Cherreads

Chapter 6 - Kaçış

Bölüm 4

Ertesi gün doktor yanıma gelip bugünden mahzene inmemin daha az dikkat çekeceğini söylediğinde bunu hiç yapmak istemesem de kabul ettim. Sadece iki gece daha bu eziyete katlanmam gerekiyordu. Perşembe günü benim kurtuluşum olacaktı. Bu küflü odaya indiğimde bunu düşünerek ufak bir anksiyete krizinin eşiğinden döndüm. Karanlıktan hiçbir şeyin görünmezdi burada sadece sabah olunca tavanın köşesinde yanan sarı bir ışık vardı. Başlarda günleri böyle sayıyordum ama bir süre sonra saymayı da bırakmıştım. Mihriyle birlikte bende buradan çıkmayacağımıza inanmıştım. Ta ki o güne kadar. Duvarın buraya geldiği güne kadar. Bu odanın içinde bütün duvarı kaplayan bir ayna vardı ama tabi ki aslında benim arkasını göremediğim bir camdı. Doktor her gün oradan beni izliyordu biliyordum ama o gün farklı bir şey oldu. Her gün akşam olmadan sönmeyen ışık iki kez yanıp söndü. Bunun anlamını sadece ikimiz biliyorduk. Duvar seni seviyorum diyemezdi. Travmatik çocukluğuna dair bir sürü palavrayla süslediği bir hikâye anlatmıştı Mihri'ye ama duyduğum ilk anda saçmalık olduğunu anlamıştı. 'Seni seviyorum diyemem ama gözlerimi her iki kez kırpışımda sana seni sevdiğimi anlatmaya çalıştığımı bil.' Böyle demişti. Bu o zamanlar Mihri'ye romantik gelmişti çünkü Mihri de kolay kolay seni seviyorum diyemezdi. Birinin tüm travmalarına rağmen sırf sevdiğini anlatabilmek için bir yol bulmaya çalışması kimi etkilemezdi ki. Zaten insanların istediği de bu değil mi? Birinin onlar için çabalayacak kadar onlara değer vermesi. Bu sevgiden bile kıymetliydi. Çünkü sevgi görünmezdi ve insanın somut bir şeylere ihtiyacı vardı. Sevgiyi somutlaştırmadığın sürece orada olduğunu nasıl bilebilirdin ki? Mihri'nin de vardı. Bu yüzden Duvarın onun için hiç pes etmeden çabalaması bizim sonumuzu getirmişti.

O ışığa baktığımda aynanın arkasındakinin o olduğunu anladım. Bitmiş bir haldeydik aşırı kilo vermiştik ve belki de insana bile benzemiyorduk. Mihri bizi öyle görmesinden utandı. Sanki bizi bu hale getiren o değilmiş gibi bizi getirdiği halden o utandı. Aynaya dönüp bakamadı bile. Gözleri yerde öylece bekledi. Onun bu utancı beni öfkeyle doldurdu. Mihri gözleri kör olacak kadar aptallaşmış olabilirdi ama utanması gereken biz değil o pezevengin evladıydı. Jilet gibi takımını çekmiş belki de bizim paramızla aldığı lüks arabasıyla buraya gelip bizi düşürdüğü halden zevk alıyordu. O bundan zevk alırken Mihri'nin bir suçlu gibi utanıp köşesine sinmesi içimde yanan o öfkenin ateşini tekrar hissetmeme neden oldu. O ateşte herkesi yakmaya o zaman karar verdim. Zaten Duvarın istediği de buydu. Yoksa buraya gelmezdi. O ışık bir kışkırtmaydı. Benden beklediği karşılığı alamamanın siniriyle buraya gelip beni kışkırtmak istemişti. Çünkü pes etmem demek savaşsız bir galibiyete sahip olacağı anlamına geliyordu ki daha önce de dediğim gibi o pislik kaosu özlüyordu. Buna ihtiyaç duyuyordu. Buradan kaçacağımı biliyordu. Beni o kadar uzun revirde tutmasının nedeni buydu. Kaçmaya çalışmamı görmek istiyordu. Böylece benimle oynamaya devam edebilecekti. Yani Aslında Mihriyle. Bilmediği buradan Oylumun çıkacak olmasıydı. Mihri onu yenemezdi belki ama ben onu parçalara ayıracaktım. Bunu fark ettiğinde daha da iştahla bana saldıracak hatta beni de kendine bağlamaya çalışacaktı ama bilmediği benim öyle zayıflıklarım yoktu. Zaten aşk…

Neyse

Tavandaki cılız ışık tekrar yandığında Artık buradaki son günümde başlamış oldu. Bugün çarşambaydı. Yarın bu delikten çıkacaktım. Son hamlem için Adem'e ihtiyacım vardı ki o da zaten avucumdaydı.

"Mihri nasılsın?" bu doktorun sesi ilk gün ki kadar iğrenç değildi. Aslında zihnim berraklaştıkça fark ediyordum ki bazı şeyler aklımın bana oyunuydu. Sadece Mihri değil bende delirmek üzereydim.

Aynaya doğru baktım. Her gün bu delikte çürüyüşümü izlettirmişti bana. Doktor da en az onlar kadar kötüydü. Bir sene hiçbir şey yapmadan o aynanın arkasında yok olmamı izlemişti.

"Bu delikte nasıl olur ki insan?" dedim kısık bir sesle. Bu odada kamera yoktu ama doktorun bulunduğu odada vardı eminim ki. Hatta Bence benim olduğum odanın bir kısmı da buradan görünüyordu. Kontrolü sadece doktora bırakmazdı o adam. Arada beni izlediğini biliyordum. O yüzden tükenmiş, bitmiş kadın rolüme devam etmeliydim.

"Birazdan ilaçlarını getiriler o zaman daha iyi hissedersin." Dedi. Bugün eğer Adem beni sattıysa buradan sadece ölüm çıkardı ama eğer satmadıysa o ilaçları Adem getirecekti. Beni ispiyonlamadığına emindim çünkü onu köşeye sıkıştırmıştım. Benden başka çaresi yoktu. Bana yardım etmeyip ne yapacaktı o canavara mı gidecekti? Bu bataklığa bir kez batmıştı şimdi ben ona elimi uzatmışken asla geri çevirmeyecekti.

Buradan çıktığımda asıl hikâye başlayacaktı. Halletmem gereken bir sürü şey vardı ve eminim imajım büyük bir darbe almıştı. Duvarın karşısına hemen çıkacak değildim. Elimde hiçbir şey yokken beni tek lokmada yerdi. Bir gün bile dayanamazdım. Bu yüzden bana müttefikler ve kozlar lazımdı. Gücümü ve silahlarımı toplayıp karşına çıkacaktım. O zamana kadar da beni bulamayacağı bir yerde saklanmam gerekiyordu. Neyse ki nereye gideceğimi iyi biliyordum. Bu odada olmak tahmin ettiğim kadar boğucu değildi hatta tek başıma kalıp düşünmek kafamdaki kaba taslak planın detaylarını kesinleştirmeme yardım bile etmişti. Tabi ki yolda her şey değişebilirdi ama yine de sadık kalabileceğim ve bu sayede güvende hissedebileceğim bir planım vardı. Arkamdaki duvarın tavanla birleştiği yere doğru baktım. Aylarca beni hayatta tutan tek şey hala oradaydı. Ufacık bir delik. Belki ilk bakışta odaya bakan birinin hemen dikkatini çekmesi imkansızdı ama ben bu odanın her detayını ezberleyebilecek kadar çok kalmıştım burada. Her taşın yerini ezberlemiştim. Bu yüzden bu küçük kusuru fark edebilmiştim ve o gün belki de aylar sonra ilk kez içimde bir umudun yeşerdiğini hissetmiştim. O delikten içeri süzülen ışık güneşin hala bir yerlerde parladığını sadece gidip almam gerektiği bana hatırlatmıştı. Her gün üzerime parlayarak doğan güneşin kıymetini ilk kez o zaman anladım. Kaybettiğim belki de en sıradan ama en büyük şey buydu. Benden güneşimi çalmıştı. Neyse ki bana bunu yapanları en az güneş kadar sıcak bir ateşte kavurmama çok az kalmıştı. Artık bu ışığa değil bu ihtimale tutunuyordum. Yarın bu delikten çıkıyordum. Ne olursa olsun ya ölü ya da diri. Öylece camdaki aksime bakıp bunları düşünürken gelen sesle birlikte irkilerek kapıya döndüm. Kapının hemen önünde katlanmış bir kâğıt duruyordu. Biri kapının altında bir kâğıt göndermişti. Yavaş adımlarla ayağa kalkıp kapıya yürüdüm ve yerden kâğıdı aldım. Adım sesleri duymamıştım belki de kâğıdı yollayan hala kapının arkasındaydı. Kâğıdı açtığımda planımın en önemli parçası da tamamlanmıştı artık.

'Beni Affet Ne olursa Olsun Seni Satmayacağım… Adem.'

İşte şimdi Ademe güvenebilirdim. Bana olan vicdan azabı öyle büyüktü ki artık bununla yaşayamazdı. Bu yüzden Duvarı bile karşına almaya hazırdı ama en önemlisi Duvardan kopabilmişti çünkü tutunmaya karar verdiği yeni dalı bendim. Yüzümdeki zafer gülümsemesi ile birlikte kapıya yaklaştım. Fısıltıyla

"Adem orada mısın?" dedim. Buraya gören bir kamera varsa belki de sesimi kaydedebilirlerdi de. Şu an planımın ortaya çıkmasına asla izin veremezdim.

"Şey… evet abla." Dedi oda fısıldayarak. Bu fısıltıyı duymaları imkansızdı.

"Kameralar seni çekebilir?" görünürse onu sorgularlardı ve Adem ötebilirdi. Bu riski bile alamazdım.

"Kamera odasındakiler yemeğe indiler fark edilene kadar bir beş dakikam var." Dedi. Demek ki üç değil beş dakika yakalayabileceğim bir boşluk vardı. Bunu bilmek planımı epey rahatlatmıştı.

"Yarın saat tam 12.00'de elinde bir kalemle burada ol ve sadece bana güven." Dedim.

"Affettin mi beni?" dedi. Yani bu kadar dramatik olmaya da gerek var mıydı gerçekten.

"Affettim." Dedim. İşte sihirli kelimeler ve Adem artık bana aitti. Kapıdan uzaklaşan adım sesleriyle rahat bir nefes aldım. Tek yapmam gereken yarını beklemekti.

Ertesi sabah çok erken uyanmıştım. Aslında burada olduğum her sabah çok erken uyanırdım. Bu bir tür lanet gibiydi. Bir şeyin değerini bilmiyorken aslında hayatınızda ne kadar büyük bir yer kapladığını fark etmiyorsunuz. Ben çok fazla uyurdum. Yani tabi ki Mihriyle her şeyimiz zıt değildi. İkimizde uykuya bayılırdık. Erken kalkmamız gerekirdi ama biraz daha fazla uyuyabilmek için erken yatardık. Gün bizim için erken biterdi. Buradaysa gün erken başlar ve hiç bitmezdi. Bazen bu kadar çok uyumaktan şikayet ederdim. Geceleri kendimi uyanık kalmaya zorlardım. Ne kadar büyük bir hediye olduğunu maalesef bir kafesin içinde anladım. Üstelik bu kaybettiğim en küçük şeydi. Neyse ki bugün hepsini geri alabilecektim. Kaybettiğim ne varsa hepsini ve belki de fazlasını alacaktım. Bu yüzden diğer bütün sabahların aksine bu sabah ilk kez bir şeyden emin olarak uyandım. Aptalca belirsiz bir umuda değil bir gerçeğe sarılarak. Buradan çıkacağım gerçeğine. Saatlerdir her gün yaptığım gibi aynanın karşısındaki duvarın dibinde oturmuş bekliyordum. Tavandaki ışık yandığında çoktan uyanmıştım ve doktor gelip her zamanki gibi nasıl olduğumu sorup gitmişti. Daha sonra kapının altındaki bölmeden yemeğim ve ilaçlarım gelmişti. Neyse ki bu ilaçların sadece birer vitamin olduğunu biliyordum. Yemek hala berbattı ama yine de güce her zamankinden daha fazla ihtiyacım vardı. Yemekten sonra oturduğum duvarın dibine geri çökmüş ve saatin özgürlüğüme yaklaşmasını beklemiştim. Her saniyeyi sayarak saati hesaplamak kolay değildi ama burada yapacak başka bir işim yoktu. Saat tam 11.59 olana kadar saymayı bırakmamıştım. Sonunda kapıda bir tıkırtı duyduğumda itiraf etmeliyim ki biraz heyecan basmıştı. Hemen oturduğum yerden kalkıp kapıya gittim. Kapının altındaki bölmeden içeriye uzatılan kalemi alıp cebime koydum.

"Doktor yanıma indikten iki dakika sonra doktorun odasında olan kıyafetlerden alıp geri gel." Dedim. Adım sesleri anında uzaklaştı. Demiştim ya Adem artık sadece emirlerimi bekleyen sadık bir köpekti. 30 saniye sonra kapıda tekrar adım seslerini duymamla bu sefer odanın ortasına doğru adımladım. Kapının açılmasıyla birlikte doktor sadece kafasını içeriye doğru uzattı. Tedirginliği gözlerinden okunabiliyordu.

"Hadi Mihri acele et." Dedi. Olduğum yerden kıpırdamadan ellerim cebimde öylece doktora bakmaya devam ettim. Kıpırdamadığımı fark ettiğinde

"Ne oldu niye gitmiyoruz?" diyerek yanıma geldi. Odadaki aynaya döndüm.

"Derler ki karanlık bir kuyunun dibine çok uzun süre bakarsan. Karanlıkta sana bakmaya başlar. Burada her gün bu aynanın karşısında kendine bakmak nasıl bir histi biliyor musun?" dedim. Tedirgin bakışları hala yüzümde dolanıyor ve ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.

"Ne saçmalıyorsun Mihri hemen gitmemiz gerek." Dedi korkuyla.

"Şah damarının kesilmesi gibi." Dedim onu görmezden gelerek. Ona doğru dönüp gözlerinin içine baktım. Cebimdeki kalemi çıkartıp

"Bir not bırakmak istiyorum." Dedim. Gözlerimde gördüğü şeyden korkmuştu. İlk kez belki de Oylumu görüyordu. Sonra elimdeki kaleme baktı. Yutkunduğunu gördüm. 

"Tamam ben kapıdayım." Diyerek arkasını dönüp tam adım atacakken onu saçlarından yakalayıp kafasını duvara öyle sert çarptım ki sanırım kafa tasını çatlatmıştım. Aylar önce benim kanımın olduğu yerin üstünde artık onun kanı vardı. Büyük bir çığlıkla yere düştü. Ayaklarımın dibinde gözlerindeki korku ve dehşetle bana bakıyordu. Yere çömelip saçlarından tekrar kavradım.

"Her Allah'ın günü bu camın ardında ölmemi izledin. Günden güne eriyişimi görüp kılını bile kıpırdatmadın. Bir odada her gün boğularak ölmeyi beklemek nasıldı biliyor musun?" dedim ve elimdeki kalemi hızla boynuna sapladım. Çığlık bile atamadı. Nefes alabilmek için kollarımda çırpındı. Kalemi boynundan çıkardığımda her yer kan olmuştu. Kıyafetlerim ve ellerim dahil olmak üzere her yer kan doluydu. O orada öylece ölürken gözlerine bakmaya devam ettim. İlk kez ölümün gözlerine bakıyordum ama biliyordum bu son olmayacaktı. Doktor birkaç saniyede çırpınmayı bıraktı ve gözlerindeki dehşetle öldü. Artık nasıl bir his olduğunu biliyordu.

Tekrar adım sesleri duymamla başımı kapıya doğru çevirdim. Adem korku ve şaşkınlıkla kapının önünde bana bakıyordu. Muhtemelen koşarak inmişti ve nefes nefeseydi. Önce doktora sonra bana ve en son elimde kanlar içinde olan kaleme baktı ve bir adım geri gitti. Gördükleri onu sarmıştı biliyordum.

"Yeterinde baskı uyguladığında her şey bir silaha dönüşür. Bunu bizden iyi kimse bilemez değil mi Adem?" dedim. Bahsettiğim şey hem bu kalemdi hem de bizdik. Adem o baskı yüzünden beni buraya kapatmış ve bir yıl boyunca sessiz kalmıştı. Tıpkı doktor gibi. Şu an büyük ihtimalle kendi geleceğine baktığını düşünüyordu ki haksız sayılmazdı. Ama bugünü de kurtarması gerekiyordu değil mi? Kararsız ve tedirgin adımlarla bana doğru gelerek elindeki torbayı uzattı.

"Kamera odasındakiler yemekte vardiya değiştirecek diğer adamlarla sohbet ediyorlardı. Araba da on dakika önce geldi birazdan çıkar. Değişim saatinde bagajını açtım hızlı olursak binebilirsin." Dedi. Hiçbir şey söylemeden torbadaki kıyafetleri hızla üzerime geçirdim. Kumaş bir pantolon ve beyaz bir gömlek vardı. Odadaki musluktan ellerime ve yüzüme bulaşan kanı hızlıca temizledikten sonra hazırdım. Tüm bunların sadece beş dakika içinde olması kulağa imkansız gelebilirdi ama beş dakika içinde hem bir cinayet işlemiştim hem de üstümdeki katili temizlemiştim. Kapıdan çıkarken hiç olmadığım kadar heyecanlıydım. Sonuçta bende insandım, hormonlarım ve duygularım vardı hala.

Bazı duygular diyelim.

Adem çok sessizdi ve bana bakmadan önümden yürüyordu. Beni satmadığına pişman bile olabilirdi. Neyse ki halledemeyeceğim bir şey değildi. Merdivenlerin başına geldiğimizde Adem kapıyı aralayarak kafasını uzatıp koridoru kontrol etti. Sonra bana dönerek

"Bahçe kapısında bir koruma ve arabanın şoförü muhabbet ediyor. Ben şimdi ikisini de koridorun başına çekeceğim. Çok az vaktin var abla." Dedi. Başımı tamam anlamında salladım ve Ademin kolunu tuttum.

"Araba çıktıktan hemen sonra çığlık atarak herkesi mahzene topla." Dedim. Söylediklerimle şaşırdı çünkü kaçtığımı fark ettiklerinde yapacakları ilk işin arabanın peşine düşmek olacağını biliyordu.

"Ama-."

"Dediğimi yap." Dedim.

"Tamam." Dedi ama korkuyordu. Az önce gördüklerini düşünürsek korkması normaldi ama başka çaresi de yoktu artık.

"Onlar benim peşime düşünce hemen kaç, seni rahat bırakmazlar. Saklanabilir misin?" dedim. Şaşırdı ve sadece

"E-evet." Diyebildi.

"3 gün saklan. 3 gün sonra avcılar mezarlığına gel. Kapıdan girince düz ilerle, 3. çeşmede beni bekle seni almaya geleceğim." Dedim. Az önce gözlerine yerleşen korku yerini şimdi minnete bırakmıştı. Az önce beni kanlar içinde bir cinayet işlerken görmüştü ama şimdi tek cümlemle başımda bu kadar bela varken bile onu düşünen ablası olmuştum. Hiç sevilmemiş birini kandırmak çok kolaydı. Adem elini, kolunu tuttuğum elimin üstüne koyup.

"Dikkat et abla." Dedi ona gülümsedim. Bu güven veren bir gülümsemeydi ve Adem gülümsememi gördüğünde artık tüm tereddütlerinden arınarak kapıdan çıktı. Birkaç boğuk konuşma sesi duyuyordum. Adem onlara ne söylediyse tam anlayamadım ama adım sesleri uzaklaşınca dikkatlice kafamı kapıdan çıkarttım. Koridorda kimsenin olmadığına emi n olduktan sonra bahçeye açılan kapıya doğru hızlı adımlarla gittim ve kapının köşesine geçip etrafı kolaçan ettim. Bahçede birkaç adam vardı ama arkaları bana dönüktü. Aba kapının beş on adım kadar ilerisindeydi koşarak gitsem bile beni görürlerdi bu yüzden asıl planıma geçmenin vakti gelmişti. Adamların bana bakmadığına emin olduktan sonra kapıdan çıktım ve sırtımı duvardan ayırmadan binanın arka tarafına geçtim. Bu tarafta genelde kimse olmazdı. Bence herkes kaçamayacağıma o kadar emin olmuştu ki güvenlik olayını artık pek sallamıyorlardı. Revirde kaldığım her gün o camdan dışarı bakarken aslında sadece dalıp gitmiyordum. Her dakika bu bahçede olanları kafama not ediyordum. Gün içinde sabah, öğlen ve akşam buraya bir kişi gelir etrafı kolaçan eder ve giderdi. Yani rahattım. Öğlen vardiyasını çoktan yapmış olmalılardı. Bahçe duvarının bitişiğindeki ağacın önüne geldim. Bu ağaca tırmanmam ve bir an önce duvarın diğer tarafına geçmem gerekiyordu. Çok uzun bir duvar değildi atlasam bile toprak zemine düşerdim ve en fazla bacağım burkulurdu. Yani umarım öyle olurdu. Temkinli adımlarla ağaca tırmanmaya başladım. Ağaca tırmanmak konusunda çok iyi değildim ama mecbur olunca insan neyi yapamazdı ki? Ağaca tırmanmayı başardığımda tam duvarın üstüne ayağımı uzatacakken iki kişinin sesini duydum. Olduğum yere adeta çakıldım. Bu kadar yaklaşmışken yakalanamazdım. Nefes bile almadan aşağıya baktım. İki adam benim geldiğim yoldan bana ağaca doğru geliyordu. Büyük bir ağaçtı ve Yapraklardan beni göremezlerdi muhtemelen ama yine de hiç kıpırdamadan bekledim. Sadece biraz korktuğumu itiraf ediyorum. Hafiften de soğuk soğuk ensemden terlemeye başlamıştım. Yaklaştıkça konuştuklarını daha net duyabiliyordum.

"Bugün patron buraya gelecekmiş duydun mu?" dedi birisi. Ensemdeki terleri daha net hissetmeye başladım. Gelecek bugünü mü bulmuştu gerçekten.

"Duydum duydum. Valla bu benden duymuş olma ama sanırım bu aşağıdaki kızın işini bitirecek." Dedi yanındaki adam. Kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. İçimdeki şeytan tüm ateşini vücuduma pompalamaya başlamıştı. Aşağı inmek ve öldürüleceğimi bilmelerine rağmen dünyanın en basit olayını konuşur gibi bundan bahseden bu iki adamı hala cebimde duran kalemle gebertmek istedim.

"Öldürse de kurtulsak artık." Son duyduğum şey bu oldu. Kulağımda bir çınlama başladı. Başka bir şey konuştularsa bile duyamadım. Sadece şöyle bir ileriye baktıklarını ve geri gittiklerini gördüm. Halbuki az önce bir mal gibi bahsettikleri kız tam tepelerinde duruyordu. Derin bir nefes aldım. Şimdi dağılamazdım. Çok vaktim kalmamıştı. Odaklanmak için iki üç kez derin nefes aldıktan sonra kulağımdaki çınlama azalmıştı. Hepsini gebertecektim. Tek bir tanesini bile yaşatmayacaktım. Bir ayağımı ileri uzatarak duvarın üzerine çıktım. Burası tahmin ettiğimden daha yüksekti sanırım. Bir yerimi kırmadan atlamam gerekiyordu. Ağaç beni kapatsa da kameralara yakalanmam an meselesiydi ve burada uzun süre duramazdım. Sadece son bir acı dedim kendi kendime ve düşünmeme fırsat vermeden aşağı atladım. Beklediğim kadar sert düşmemiştim ama galiba ayağımı burmuştum. Sol ayak bileğimde feci bir yanma vardı ve dizlerimde büyük ihtimalle yırtılmıştı. Şu an buna bile bakacak zamanım yoktu. Beklediğim sesi duyduğumda yola doğru acı içinde yürümeye başladım. At arabasına doğru ellerimi sallayarak durmasını söyledim. Arabayı süren adam beni görünce atları yavaşça durdurdu.

"Hayırdır kızım iyi misin?" dedi. Nefes nefese kalmıştım. Nefesimi toplamaya çalışırken

"Ben arkadaşlarımla geziye gelmiştim amcacım ama onları kaybettim ve sanırım ayağımı burktum. Beni vapura götürebilir misiniz?" dedim. Adam üstüme başıma baktı ve büyük ihtimalle halime acıdı. Pek üstelemeden

"Arkaya geç hadi. Tek başına geçebilecek misin?" dedi. Evet anlamında başımı salladım ve ayağım kopar gibi acımasına rağmen hızla at arabasının arkasına kendimi atmayı başardım. Adam bindiğimi görünce önüne döndü ve atları sürmeye başladı. Hemen yanımda neyse ki bir örtü vardı onunla hemen üzerimi örttüm. Birazdan yol aşağı doğru kıvrılacaktı ve binanın ön kısmını görebilecektim. Yakalanmayı göze alamazdım. Çok yakından geçmeyecektik ama yine de en ufak bir risk bile alabilecek konumda değildim. Ayağımın durumuna bakmak için pantolonu sıyırdığımda bileğimin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Kesinlikle moraracaktı ve şu an adrenalin yüzünden acının tamamını hissetmiyordum. Muhtemelen vapurda sakinleştiğimde daha büyük bir acı beni bekliyor olacaktı. Pantolonu geri indirdim ve arkama yaslandım. Şu an arabanın en köşesine sinmiş bir haldeydim ve uzaktan fark edilemezdim. Yani öyle olması için elimden geleni yapıyordum. Yoldan aşağıya inmeye başladığımızda bende gerilmeye başladım. Olduğum yerde iyice küçüldüm. Kapı görebilecek kadar ilerlediğimizde binmem gereken arabanın da kapıdan çıktığını gördüm ama asıl önemli kısım yolun başından siyah bir araba daha geliyordu. Yemin ederim sanki arabanın içinden beni görebilecekmiş gibi hissettim. Ensemdeki soğuk terler ve karnımdaki o yakıcı his geri geldi. Oraya dönüp cebimdeki kalemle gırtlağını parçalamam gerekiyordu. Yapmam gereken buydu ama bu onun için en kolay cezaydı. Öyle kolay ölmesine izin vermeyecektim. Artık iyice uzaklaşmışken siyah araba da içeri girmeden kapıdaki adamların içeri koştuğunu gördüm. Adem Söylediğim gibi bağırmış olmalıydı. Planıma Duvarın gelmesi dahil değildi ama sanırım Allah bana bir kıyak geçerek tüm gösteriyi onun da izlemesini sağlamıştı. Bana olanlardan sonra aramızı düzeltmek için böyle jestleri arttırması gerekiyordu. Aşağıdaki cesedi gördüğünde duvarın yüzünün alacağı şekli öyle merak ediyordum ki. Neyse ki o surat ifadesini görebileceğim onlarca fırsatım olacaktı. Biraz daha bekleyebilirdim. Ama asıl şoku bindiğimi sandıkları arabanın içinin boş olduğunu gördüklerinde yaşayacaktı. Bence çok tahmin edilebilirdi ama panik yapacaktı bu yüzden hızlı davranmak isteyecek ve ilk akla gelenin peşine düşecekti. İkinci üçüncü planı fark etmek için zaman gerekirdi. O bunu fark ettiğinde ben çoktan vapurda olurdum. Vapurun kalkmasına yarım saat falan kalmış olmalıydı. Aşağı inmemiz on dakikadan fazla sürmezdi yani her türlü yetişebilirdim. Ev artık iyice gözden kaybolduğunda rahat bir nefes aldım ve etrafı izlemeye başladım. Bir ormanın içinde geçiyorduk. Bu kafese tıkılmadan önce ne ağaçların renginin ne de güneşin renginin bu kadar farkındaydık. Hepsi her zaman oradaydı. Bu yüzden sıradanlaşmışlardı. Ağaç yeşildi, güneş sarı. O kadardı. Yeşilin de sarının da bir anlamı yoktu. Şimdi yeşilin de sarının da mavinin de pembenin de bir kıymeti vardı. Artık sadece renk değillerdi. O kadar değillerdi. Keşke kaybetmeden fark edebilseydim. Bir daha kaybetmeyecektim.

Asla.

Bir daha kimsenin bunları elimden almasına izin vermeyecektim.

More Chapters