Cherreads

Chapter 43 - Bölüm 43 - Tharn’ai’nin Vedası

Fenrin, yavaşça nefes verdi. Karşısındaki adam yalnızca bir düşman değildi; yılların birikimini, savaş alanlarında yoğrulmuş bir iradeyi ve sönmeyen bir öfkeyi taşıyordu. Auralar henüz çarpışmamıştı ama toprak altından bir uğultu yükseliyordu. Kayalar çatlıyor, zemin hafifçe titriyordu. Gözle görülür bir sarsıntı değil, derinlerde dolaşan kadim bir tedirginlik gibiydi bu.

Fenrin, gücünün rakibiyle eşit olduğunu biliyordu, en azından görünürde öyleydi. İkisi de yedinci kademe aura ustasıydı. Ancak Fenrin bu seviyeye yalnızca bir yıl önce ulaşmıştı. Gaius Lecante ise bu düzeyde on yıllarını geçirmiş, savaşın dilini ezbere bilen bir düşmandı. Aralarında yalnızca seviye değil, tecrübe farkı vardı. Fenrin'in avantajı ise Morrivar kanıydı; kara elfler aura ile doğar, aura ile ölürlerdi. Kontrolleri, insanlar kadar kaba kuvvete dayanmaz, keskin bir içgüdüyle şekillenirdi. Eğer Gaius'un dövüş ritmini çözebilirse, onu alt edebileceğine inanıyordu.

Fakat bu yalnızca Gaius'la yapılacak bir dövüş olsaydı...

Toprağı yararak gelen ağır aura dalgası, düşüncelerini böldü. Gaius'un hemen solunda ikinci bir figür beliriyordu. Gümüş zırhı soluk ışıkla parlıyordu. Her adımı vadide yankı buluyordu. Bu figür, Dük Miriam'dan başkası değildi. Kararlılıkla ilerliyor, gözlerinde savaşın değil, sonun sessizliği parlıyordu.

Liraz, kayalığın üzerinde kristallerini sımsıkı tutarken, her iki savaşçının bıraktığı aura öyle yoğundu ki, çevresindeki büyü halkaları istemsizce titremeye başladı. Morrivar savaşçıları, büyücüler, okçular; hepsi bir adım geri çekildi. Bu çarpışma, onların boyunu aşan bir kaderin düellosuydu. Üç aura ustası tam güçleriyle çatışsaydı, yalnızca geçit değil, tüm dağ yıkılırdı.

Sessizlik çöktü. Rüzgâr bile yönünü unutmuş gibiydi.

Dük Miriam ilk konuşandı. Bakışları Fenrin'deydi, ama kelimeleri Gaius'a dönüktü.

"Bu işi birlikte bitirelim," dedi. "Ne kadar hızlı, o kadar iyi. Ve mümkünse…"

Bakışlarını tekrar Fenrin'e ve yukarıdaki Liraz'a çevirdi.

"…ikisini de hayatta bırakalım. İmparatorluk için daha fazla değer taşıyabilirler."

Sözleri, Fenrin'in zihninde yankı bulmadı. Duyduğu tek ses, Gaius'un cevabının taşıdığı kesif karanlıktı.

"Hayır," dedi Gaius.

"Buradaki her kara elfi Helian'a kurban edeceğim. Güneşin parlaklığı için, karanlık feda edilmeli."

Bu sözler, sadece bir inanç değil, saplantıydı. Miriam cevap vermedi, ama gözlerindeki belli belirsiz öfke, bu adamın savaşçılıktan çoktan ayrılıp fanatizmin sınırlarında dolaştığını fark ettiğini gösteriyordu.

Ve sonra, sessizlik bitti.

Kılıçlar çekildi. Aura serbest kaldı.

Toprak, adeta nefesini tuttu.

Fenrin ilk hareketi yapmadı. Bekledi. Gözleri rakiplerinin ayak pozisyonlarında, nefes alışlarında ve aura dalgalanmalarındaki en ufak sapmaları ölçüyordu. Gaius'un adımları yavaştı ama her adım, etrafındaki basıncı artırıyordu. Siyah zırhı, bir cenaze alayını andıracak kadar ağır bir varlıkla titreşiyordu. Miriam ise çapraz pozisyonda, rakibini çevrelemek için yerini almıştı. Bu bir düello değildi. Bu bir av sahnesiydi. Ve Fenrin… o av olmamaya kararlıydı.

İlk saldırı Dük Miriam'dan geldi. Kılıcını geniş bir yayla savurduktan sonra aniden yön değiştirerek Fenrin'in sağ böğrüne yüklenmeye çalıştı. Fenrin geri çekilmek yerine saldırının içine doğru adım attı. Bıçağını, Miriam'ın kılıcına sürterek kaydırdı, ardından içgüdüsel bir tekmeyle kadının gövdesine bastırdı. Miriam geri sıçradı, ama gardı bozulmamıştı. Bu bir başlangıçtı sadece.

Tam o anda, Gaius devreye girdi. Kılıcı bir yıldırım gibi savruldu. Aura öylesine yoğun ve kavurucuydu ki, geçtiği havayı yakıyor, Fenrin'in kulak zarlarını zorluyordu. Fenrin belini büküp son anda kurtuldu, ama kılıcın kenarı sol omzunu yaladı. Zırhı açıldı, deri yarıldı, kan ilk kez toprağa düştü.

Fenrin geri çekilmedi. Geri adım atmak yerine nefesini tuttu, kaslarını yeniden gerdi ve karşı saldırıya geçti. Bir sıçrayışla Gaius'a atıldı, kılıcını çapraz savurarak onun başını hedefledi. Gaius savunma yaptı ama darbeyi tamamen kesemedi. Kaskı savruldu, alnında kan belirdi. İlk kez, Lejyon Komutanı'nın insanî bir zayıflık gösterdiği görülüyordu.

Miriam fırsatı kaçırmadı. Sol omzundan bir darbe savurdu, Fenrin bu saldırıyı fark etti ama tam olarak sıyrılamadı. Omzuna ikinci bir yara daha açıldı. Diz çöktü — yalnızca bir anlığına. Yerdeki kanlı topraktan bir avuç alarak göz hizasında savurdu, ardından döndü. Gaius tam arkasına gelmişti. Fenrin, kılıcını yukarıdan aşağıya indirdi. Darbe Gaius'un sağ göğsüne indi. Zırh çatladı. Komutan sendeledi ve ilk kez nefes nefese kaldı.

Ama saldırılar durmadı. Miriam geriden aura destekli bir büyü gönderdi. Kılıcını bir enerji dalgasına dönüştürerek Fenrin'e savurdu. Kaçamadı. Sağ tarafından yakalandı. Vücudu savruldu, sırtı toprağa çarptı, ciğerlerinden çıkan hava ağız dolusu kanla karıştı. Ama yine de kalktı. Titreyerek… ama dimdik.

Yüzü kana bulanmıştı ama bakışlarında hâlâ keskinlik vardı. Kılıcını sıktı. Bu bir intikam değil, bir görevdi artık. Gaius yeniden hamle yaparken Fenrin haykırdı:

"Ben Morrivar'ın savaşçısıyım! Yisan'drel şahidimdir ki, Morrivar adına imparatorluğa diz çöktüreceğim!"

Bu yalnızca bir bağırış değildi. Bu bir yemin, bir meydan okuma ve geçmişin sesiydi. Vadide yankılandı. Sesin ulaştığı her taş, her toprak parçası, bu karanlık halkın kanla yazdığı tarihine bir satır daha ekliyordu.

Gaius ilerledi. Aura kılıcı boyunca titreşiyordu. Miriam farklı bir açıdan geldi, ikili birlikte bir infaz gibi yaklaşıyordu. Ancak Fenrin teslim olmadı.

Kılıcını toprağa sürterek savurdu, kılıcından fırlayan aura dalgası, koyu mor bir hilal şeklinde havayı yararak ilerledi. Toprak çatladı, kum ve taş havaya savruldu. Miriam kılıcını iki eliyle tuttu, aura dalgasını karşıladı. Sarsıldı. Zırhı çatladı, pelerini yırtıldı. Kan değil ama iç organları zonkluyordu.

Fenrin, bu sefer Gaius'un saldırısına hazırlıklıydı. Kılıcını yere dokundurup aura ile besledi. Çelik, gölgeyle kaplandı. Ve kılıç, artık bir silah değil; bir büyü biçimi aldı. Gaius'la çarpıştılar. Her darbe bir patlama gibi yankılandı. Her vuruş, havayı eğip büken bir fırtına yarattı.

İki adamın çevresi artık bir savaş alanı değil, bir aura cehennemiydi.

Fenrin, Gaius'un savunmasını kısa bir dizi vuruşla zorlamıştı. Sol diziyle adamın bacağını hedef aldı, ardından içe kıvrılan bir kılıç darbesiyle gövdesini kesmeye çalıştı. Gaius, kılıcını zamanında savurup darbeyi omzuyla karşıladı. Derin bir kesik açıldı, kana bulanmış zırh neredeyse parçalanma noktasına geldi.

Ama Fenrin'in sırtında Miriam vardı.

"Yeter!" diye haykırdı Dük ve kılıcını toprağa sapladı.

Bir aura patlaması, yerin altından yukarıya doğru yayıldı. Yarı görünmez bir enerji dalgası Fenrin'i havaya savurup birkaç metre geriye fırlattı. Sırt üstü yere düştü, kaburgaları çatlamıştı, nefes almak bir işkenceye dönüşmüştü. Ama o hâlâ ayağa kalktı. Gözleri kararmıştı, ancak direnişi sürüyordu.

Miriam ağır adımlarla yaklaştı. Gözleri Fenrin'e değil, onun içindeki yeminli savaşçıya bakıyordu.

"Miria'da beni bağışladın," dedi düşük bir tonla. "Biliyorum. Ama bu kez..."

Durdu, kısa bir nefes aldı.

"...bu savaş bittiğinde ya sen hayatta kalacaksın ya da biz."

Fenrin'in dudakları kan içindeydi. Ama bakışlarında korkudan eser yoktu. Yalnızca kararlılık vardı.

"Evet," dedi. "Ve bugün kimin yaşayacağına yine ben karar vereceğim."

Bu sözlerle birlikte son bir hamleye geçti. Kılıcının ucunu yere sürttü. Aura, toprağa aktı. Kan, enerji ve çelik birbirine karıştı. Ardından sıçradı.

Hedefi Gaius'tu. Miriam'ın dikkatini başka yöne çekerek Lejyon Komutanı'nı tek başına yakalamayı başardı. Gaius, aldığı yaralar yüzünden zayıflamıştı. Kılıcı tam gücünde savuramıyordu. Fenrin, bu fırsatı değerlendirdi.

Bir hamleyle Gaius'un savunmasını deldi. Kılıcı göğsüne indirdi. Gaius kılıcını kaldırmaya çalıştı, ama geç kaldı. Çelik, zırhı parçalayıp içeri gömüldü.

Miriam çığlık atmadan arkadan yaklaştı, ancak Fenrin onu hissetmişti. Son anda yana devrildi. Kılıç saçlarını sıyırıp geçti. Fenrin, yerde bir dönüşle toparlandı, tek dizi üstüne çöktü, soluksuz kaldı. Gaius dizlerinin üzerine çökmüştü artık. Zırhı paramparçaydı, kan kaybediyor, sol kolu neredeyse işlevsizdi.

Miriam ağır bir şekilde yere indi. Sol omzunu tutuyordu. Fenrin'in daha önceki aura darbesi onun kemiklerine kadar işlemişti. Artık kılıcını tam güçle kaldıramayacak durumdaydı.

Ve üçlü, yeniden karşı karşıya geldi.

Hepsi yara içindeydi.

Hepsi yorgundu.

Ama savaş henüz bitmemişti.

Çünkü bazı savaşlar, son darbeyle değil, son nefesle kazanılırdı.

Gaius'un nefesi düzensizdi. Göğüs kısmı parçalanmış, her solukta içeriden dışarıya kanla birlikte acı da sızıyordu. Sol kolu artık yoktu. Fenrin'in darbesi o uzvu koparmıştı.

Miriam ise diz üstündeydi. Omzundan aşağı akan kan, zırhını ıslatıyor, eldiveninden damla damla toprağa karışıyordu. Göğsündeki çöküntü her nefeste iç organlarını sarsıyor, acı dalga dalga bedenine yayılıyordu. Ama gözlerinde hâlâ savaş vardı.

Fenrin... ayakta duruyordu. Ama bu bir duruş değil, dirençti artık. Kılıcını zorla tutuyordu. Kasları kasılıyordu, dizleri titriyordu. Bir nefes almak bile işkenceydi. Ama o düşmedi. Çünkü düşmek, yalnızca yere kapanmak değildi. Uğruna ölenleri unutmak demekti. Ve Fenrin unutmuyordu.

Vadide rüzgâr yeniden esmeye başladı.

Toprak sessizleşti.

Gökten ilk kum tanesi düştüğünde, bu bir savaşın yeniden başladığını değil...

...bir savaşın sona erdiğini ilan ediyordu.

Fenrin, dizlerinin üzerine çöktü. Kılıcını yere sapladı. İki eliyle kabzayı kavradı. Ellerinden biri parçalanmış, kan içinde; diğeriyse hâlâ inatla titriyordu. Saçları alnına dökülmüş, gözlerini gölgede bırakmıştı. Ama gözleri açıktı. Ve o gözlerde yalnızca bir şey vardı:

Morrivar'ın hayaleti.

Ve o hayalet, düşmemişti.

Gaius Lecante, yerdeki acılı sessizliği delerek kımıldadı. Sol kolundan geriye kalan boşluk kan sızdırıyor, gövdesindeki kesikler her nefeste zonkluyordu. Yine de pes etmemişti. Kararlılığı, acının üzerine çıkıyordu. Ayağa kalkarken sendeledi, ama düştüğü yerden yeniden doğruldu. Sağ eli hâlâ kılıcını kavrıyordu. Her adımında dizleri titriyor, zırhının kırılmış parçaları zemine sürtünüyordu. Yavaşça Fenrin'e yaklaştı.

Fenrin ise diz çökmüş, kılıcını toprağa saplamış hâlde hâlâ ayaktaydı. Ama yalnızca bir direnişin hatırası olarak. Gözleri kapalıydı; nefesi, solgun dudaklarının arasından titreyerek çıkıyordu. Gaius'un adımlarını duyduğunda gözlerini yeniden araladı. Ölümün geldiğini hissediyordu. Kaçacak ne gücü ne de zamanı kalmıştı. Ama ne bir korku vardı yüzünde ne de bir pişmanlık. Yaptıklarından utanmıyordu. Savaşmıştı. Sonuna kadar.

Yine de kalbinin kıyısında bir şey yanıyordu: Keşkeler. Başka bir hayat, başka bir yol… belki de Liraz'ın omuzuna bu kadar yük bindirmeyeceği bir gelecek.

Ve tam o anda...

Havanın sesi değişti.

Vadideki rüzgâr aniden durdu. Kumlar havada asılı kalmış gibiydi. Kara Elf hatlarının gerisinde mana yoğunluğu birikmeye başladı. O kadar yoğundu ki, esen rüzgâr bile manaya çekiliyor, çevredeki doğal akış bozuluyordu. Liraz, bilincinin sınırlarını zorlayarak, kalan tüm manasını çevredeki doğal enerjilerle birleştirmişti. Elleri titriyor, damarları kristalize mana ile parıldıyordu. Yüzü solgun, gözleri ise sonsuz bir kararlılıkla doluydu.

Henüz Altıncı Kademe bir büyücüydü. Ama yapmak üzere olduğu büyü, Yedinci Kademe'nin kapısını aralıyordu.

Karanlık mavimsi bir mana topu avuçlarında şekillendi.

Büyü tamamlandığında, Liraz'ın gözleri aniden kapanmadan önce, büyüyü serbest bıraktı. Hedef yalnızca bir kişiydi: Fenrin'in başında durmuş, zayıflamış zaferin kılıcını kaldırmak üzere olan Gaius Lecante.

Mana topu, hedefe ilerlerken havayı bükerek ilerledi. Ardında gölgeler bırakarak çığlık atmayan bir ölüm gibi süzüldü.

Liraz, büyüyü saldıktan hemen sonra yere yığıldı. Bilinci tamamen kapanmıştı. Aşırı mana kullanımı, ruhsal sınırlarını çatlatmıştı. Hayatta kalıp kalamayacağı, yalnızca bölgedeki mananın onu ne kadar hızlı toparlayabileceğine bağlıydı.

Gaius Lecante, gelen büyüyü son anda fark etti. Ne korktu ne de kaçmaya çalıştı. Yalnızca gözlerini yumdu. Belki de bu kadar sade bir sonu hak etmediğini düşünüyordu. Belki daha anlamlı bir çöküş, daha görkemli bir final bekliyordu. Ama hayat, bu düşünceleri önemsemedi.

Mana topu, onu tüm varlığıyla birlikte yuttu.

Işık patladı.

Sessizlik çöktü.

Gaius Lecante artık yoktu. Ne çığlık kaldı ardında ne de beden. Sadece yanan toprak ve külleşmiş bir siluetin gölgesi.

Fenrin, gözlerini yarım araladı. Kılıcına tutunmuş hâlde, ne olduğunu zar zor anlayabiliyordu. Ama bir şey hissetmişti. Kız kardeşinin büyüsü... son bir kurtuluş.

Ağır adımlarla yaklaştı Miriam. Savaş boyunca her adımını stratejik atmıştı. Ama şimdi... dizlerinin arasına sıkışmış hayatın son kıvılcımlarını izliyordu. Gaius'un ölümünü gördüğünde bile ne bir şaşkınlık gösterdi ne de öfke. Savaş, her zaman beklenmedik sonlar doğurmuştu.

Fenrin'in önünde durdu. Kara Elf savaşçısı artık tamamen tükenmişti. Gövdesi kan içinde, nefesi kesik kesikti. Ama gözleri hâlâ alev alevdi.

"İyi savaştın," dedi Miriam, alçak bir sesle. "Kara elf... hayır. Fenrin."

Gözleri yorgundu ama saygı doluydu. Ardından başını eğdi. Bu, bir savaşçının başka birine gösterdiği en büyük onurdu.

"Elimden gelse... seni ve kardeşini hayatta bırakmak isterdim."

Bir an sustu. Sonra başını arkadaki lejyon saflarına çevirdi.

"Ama imparatorluk... bu tür kararları bağışlayamaz."

Fenrin, boğuk bir öksürükle konuştu. Boğazından kan sızıyordu.

"Liraz... onu kurtar..."

Bu, onun son isteğiydi. Morrivar'ın geleceği kardeşindeydi. Liraz hayatta kalırsa, belki umut da hayatta kalırdı.

O sırada Fenrin'in cebinden bir şey çıkardığını gören birkaç kara elf yanına geldi. Ellerinde kılıç yoktu. Sadece gözlerinde endişe vardı. Miriam onlara karşı bir hamle yapmadı. Fenrin'in son anına saygı gösterdi.

Fenrin'in elinde titrek bir mektup vardı.

Yıllar önce, Lenore tarafından yazılmıştı. Aries'e ulaşması gerekiyordu. Ama o zamanlar Lenore, bu mektubun yalnızca belirli bir durumda verilmesini istemişti: Eğer Aries bir gün geri döner ve öfkesine yenik düşerse, bu mektubun ona verilmemesini, yalnızca aklı başındayken teslim edilmesini istemişti.

Bu mektup onun içindeki dengeyi hatırlatmalıydı. Ancak Aries, yıllardır kendini intikamın karanlığından kurtaramadığı için, mektubu da teslim edememişlerdi. Şimdi bu mektubu kendisi teslim edemeyecekti. Ancak Liraz ve diğerlerinin hayatı karşılığında, karşısındaki bu düşmana ancak aynı zamanda saygı duyduğu gururlu savaşçıya teslim edecekti.

Bu iki tarafında işine yarayacaktı. Miriam, bu mektupla Aries'in gazabından kurtulurken, Liraz ve yoldaşlarının hayatını güvenceye alacaktı. Bu elinden gelen son şeydi.

Fenrin, mektubu Miriam'a uzattı. Gözlerinde acı yoktu. Sadece... güven vardı.

"Bu mektup... Aries'e ulaşmalı. Onu açma. Aries'e verirsen... seni bağışlayacaktır. Karşılığında... kardeşimi koru. Liraz'ı... kurtar. Diğerlerini de... elinden gelirse..."

Mektubu Miriam'ın eline bıraktı.

Sonra, kılıcına son kez baktı.

Ve dizlerinin üzerine çökerek başını eğdi.

O bir Tharn'ai'ydi.

Morrivar için dövüşmüş, Morrivar için ölmüştü.

Arkasında ise, yalnızca kül ve anılar kaldı.

Kara Elfler, göğüslerine ellerini bastırarak başlarını eğdiler. Bu, onların atalara, savaşçılara, kurbanlara sundukları sessiz duaydı.

Vadide rüzgâr yeniden esmeye başladığında, güneş çoktan doğmuştu.

Bugün... bir son değil, bir başlangıcı taşıyordu içinde.

 

More Chapters