Cherreads

Chapter 12 - -12-

"Bunca zamandır neden sessiz kaldığımı soruyordun. Sana açıklayacağım."

Şaşkınlıkla ona baktım. Birden kalbimi korkuyla karışık bir heyecan sardı. Sonunda gerçeği öğrenecektim, ama ne duyacaktım?

Max ellerini sıktı. Nasıl açıklayacağını düşünüyor gibiydi.

"Ben bir şey yaptım."

"Ne yaptın abi?"

Gözlerinde hüzün ve çaresizlik belirdi.

"Bu zamana kadar seni ve Martin'i bilerek kendimden uzak tuttum. Belki size karşı mesafeli olursam benden nefret edersiniz diye düşündüm."

"Abi, ne saçmalıyorsun? O da ne demek?"

Max'in sesi titredi.

"Başaramadım. Martin pes etti, ama seni ne kadar uzak tutmaya çalışırsam çalışayım benden nefret etmedin. Keşke etseydin."

"Abi, nereye varmaya çalışıyorsun?"

"Bir gün gerçeği öğrenecek ve benden nefret edeceksiniz. Ama şimdiden benden nefret ederseniz, canınız bu kadar acımayacak. Benim de acımayacak. Nefretinize alışmış olacağım."

Yerimden kalkıp yanına gittim ve dizinin dibinde çömeldim.

"Abi! Ne nefretinden bahsediyorsun? Kimse senden nefret etmiyor."

Max'in gözleri dolmuştu. Elini iyice yumruk yapmıştı, titriyordu. Ağlamamak için direniyordu.

"Marin, bir gün hiç beklemediğiniz bir şey yapacağım. Sizi buna hazırlıyordum."

Bir an ne dediğini algılayamadım. Ne yapmayı planlıyordu ve "ona göre" bizim nefret edeceğimiz gerçek neydi? 

Max yüzüme bakmıyordu. En son ben yüzünü ellerimle kendime doğru çevirdim.

"Bir derdin mi var? Birine mi bulaştın? Lütfen bak bana."

Yüzünü ellerimle sarstım.

"Bak bana. Sen benim abimsin. Biz kardeşiz. Ne olursa olsun senden asla nefret etmem. Edemem. Eminim Martin de böyle düşünüyordur."

Max daha fazla gözyaşlarını tutamadı. Ağlamıyordu, yalnızca gözyaşları sessizce yanaklarından süzülüyordu. Yavaşça gözyaşlarını sildim.

"Abi... Lütfen yapma. Anlat lütfen, ne oldu?"

Kısık bir sesle söyledi:

"Şu an anlatamam. Özür dilerim."

"Olsun. Hazır olduğunda seni dinleyeceğim. Söz veriyorum."

Max yavaşça başını onaylarcasına salladı. Ardından ona sarıldım.

Sarılırken dedi:

"Sizin yanınızda kalmaya devam ederek yeterince bencillik yapıyorum."

Sırtına vurdum.

"Kes sesini, anı bozma."

Max gözyaşları arasında güldü. Ben de güldüm. Bir süre öylece kaldık.

Onu böyle motive eden neydi bilmiyorum, ama sanırım bir adım atmıştık.

Umarım sabah kalktığımda her şey eskisi gibi olmaz, dedim içimden.

...

Yarın doğum günümdü. Max ile konuştuğumuzdan beri ilişkimiz daha iyiydi. Bazen kahvaltıyı birlikte yapıyor, bazen de evden birlikte çıkıyorduk. Yine çok fazla konuşmuyorduk, ama bu da bir adımdı. Hâlâ gidecek çok yolumuz vardı.

Bugün de dersler bitmişti. Lina dahil, Dora ve Mina'yı da davet etmiştim. Üstelik Max, geçen senenin telafisi olarak pastamı yapmayı teklif etti. Buna şaşırdım, ama kabul ettim. 

Eğer yine beni satarsa yakınlardaki bir pastaneden bir pasta alıveririm, diye düşündüm.

Ben bunları düşünürken hukuk fakültesinden çıkan Alis'i gördüm.

Doğru ya, Alis'e de doğum günüme gelmesi için mesaj atmıştım. Ama henüz yanıt alamamıştım. 

Bir türlü karşılaşamamıştık, fırsat bu fırsat, hemen yanına koştum.

"Alis!"

Ben seslenir seslenmez dönüp bana baktı.

"Ah, Marin!"

Gülümsedim.

"Nasılsın? Uzun zamandır görüşemedik. Sana mesaj attım ama..."

"Ah, çok üzgünüm ya, seninle bir türlü görüşemedik. Çok meşguldüm."

"Yurttan ayrıldığımdan beri hiç mesajlaşmadık... ya da telefonlaşmadık. Seni merak ettim. Gerçekten, o kadar mı meşguldün?"

Alis gerildi. Bakışlarını kaçırdı.

"Evet ya. Bir türlü... denk getiremedim."

"Yarın doğum günüm, gelecek misin?"

"Ah... ben... şey... keşke daha önce söyleseydin. Benim arkadaşlarımla programım va-"

Bu kararsız tavırları beni sinirlendirdi, lafını böldüm.

"Alis, neler oluyor? Sana istemeden bir şey mi yaptım? Bana neden böyle davranıyorsun?"

"Hayır... bir şey olmuyor."

"O zaman neden benden kaçıyorsun? Neden beni erteliyorsun? Hep başka arkadaşlarınla görüşüyorsun, o gün yemekhanede sizi gördüm, çok eğleniyordunuz! Beni niye çağırmadın?"

Artık çileden çıkmıştım. Kampüsün ortasında avazım çıktığı kadar bağırıyordum.

Alis de karşılık olarak bağırdı. 

"Gelseydin de onları da mı dertlerinle sıksaydın?"

Ne?

Neler oluyordu? Ben yanlış mı duymuştum?

O kadar şok olmuştum ki ilk ne diyeceğim bilemedim. Zar zor dudaklarımı aralayıp birkaç kelime söyledim.

"N-ne, anlamadım?"

"Neyini anlamadın?"

Alis artık susmuyor ya da bahane bulmuyordu, yalnızca bana bağırıyordu.

"O gün bana saldıran görevliden sonra hiç arayıp sordun mu? Ben burada sensiz ne yapıyorum diye? Hayır! Yalnızca kendi derdin varmış gibi davranıyorsun."

"Ama Alis... Bütün bunları konuşmak istedim. Konuşacaktık seninle... eğer bana biraz vakit ayırsaydın-"

Lafımı kesti.

"Sen sadece kendi derdini konuşmak istedin. Her zamanki gibi. Şu anki arkadaşlarım benim de derdimi dinliyorlar, üstelik sürekli dertler hakkında da konuşmuyorlar. Onlarla tanışınca anladım ki dostluğumuz zaten tek taraflıymış."

Gözlerim doldu. Ağlamak üzereydim, ama kendimi tuttum. Sesim titredi.

"Alis... ben senin derdini dinlemedim mi hiç? Biz bir dönem boyunca karşılıklı sırlarımızı paylaşmadık mı? Aksini hissettirdiysem çok özür dilerim. B-ben..."

"Marin... kendini açıklama. Seninle ilgili hiçbir şey beni ilgilendirmiyor artık."

Son sözleri bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Onunla geçirdiğim bir dönem, paylaştığım sırlarım, güzel zamanlarım... Hepsi yalan oluvermişti.

Alis arkasını dönüp gitti. Bense bir süre olduğum yerde kaldım. 

Gözyaşlarım kendiliğinden süzüldü. Bir süre sonra ağlamaya başladım.

Kampüsün ortasında öylece durmuş, ağlıyordum. Ama bir noktadan sonra bacaklarımda da güç bulamadım ve kendimi yere bıraktım, oturup ağlamaya devam ettim.

Bir süre ağladım, tam o sırada biri yanıma geldi.

"Hey... İyi misin? Ne oldu?"

Bir erkek sesiydi, ama sesi tanıdık gelmemişti. Başımı kaldırmadan yanıtladım:

"İyiyim."

"Öyle gözükmüyorsun."

O sırada tüm öfkemi ve üzüntümü sadece benim için endişelenmiş olan o çocuğa vurdum. Ona doğru döndüm.

"O zaman neden soruyorsun!?"

Bir an kalakaldım. Kahverengi saçları ve koyu kahverengi gözleri vardı ve bakışları bana birini hatırlatıyordu.

O sırada çıkaramadım, ama çocuk bana kızmış görünmüyordu. Aksine, hâlâ yardım etmek istiyor gibi duruyordu.

Bana peçete uzattı: "Üzgünüm, seni kızdırmak istemedim."

Ağlayarak yanıtladım:

"Özür dilerim, ben ne dediğimi bilmiyorum!"

"Sorun değil, ben de sinirlendiğimde ya da üzüldüğümde hiçbir şeyi görmüyorum."

Ardından sakince sordu: 

"Banka oturalım mı?"

Başımı onaylarcasına salladım.

Kolumdan tutup beni kaldırdı.

"Gel."

İkimiz de banka oturduk. Peçetem artık iyice ıslanmıştı. Çocuk bana peçete paketini uzattı:

"İstediğin kadar al."

Bir tane daha alıp burnumu sümkürdüm. Öyle bir ses çıkmıştı ki rezil olduğumu düşünmem gerekirdi ama o sırada umrumda değildi.

Biraz sakinleşince sordu: "Seni bu kadar üzen şey nedir, bilmiyorum. Anlatmak istersen dinlerim. İstemezsen de sorun değil."

Normalde sorunlarımı tanımadığım kişilerle paylaşmam, ama belki de tanımadığın bir yabancıya iç dökmek daha iyiydi.

Zaten o kadar çaresiz ve kendimde değildim ki, anlatıverdim.

"En yakın arkadaşım beni terk etti. Sürekli sorunlarımı anlatıyormuşum."

Birden kendi dediklerimin farkına vardım.

"Belki de haklıdır. Sana bile sorunlarımdan bahsediyorum. Üzgünüm."

"Hayır, öyle değil. Anlatmanı ben istedim zaten. Lütfen devam et."

Çocuk gerçekten de rahatsız olmuş gibi durmuyordu.

"Oda arkadaşımdı. Bir dönem boyunca onunla çok yakındık. Tüm sırlarımızı paylaştık. İddiasının aksine ben onun sorunlarını da dinlerdim. Bizim çok eğlendiğimiz zamanlarımız da oldu. Yeni arkadaşlar buldu diye bunları nasıl bu kadar çabuk unutabilir?"

Çocuk beni hiç bölmeden dikkatle dinledi, ardından konuştu.

"Hep sorun anlatmış olsan bile neden bu rahatsızlığını gelip sana daha önce söylemedi? Bana biraz, arkadaşlığını bitirmek için bahane bulmuş gibi geldi. Elbette onun tarafından olaylar nedir, bilmiyorum. Ama kendini böyle hırpalayacak kadar üzüldüysen, belli ki ona çok değer veriyormuşsun."

Ona baktım. Söylediklerinde tek bir yanlış yoktu. Onun sayesinde biraz sakinleşmiştim.

"Haklısın. Desteğin için teşekkür ederim."

Gülümsedi.

"Rica ederim. Hepimizin böyle zamanları oluyor. Bu duyguları da yaşamamız lazım. Diğer türlü ya robot oluruz ya da canavar."

Bu çocuk hep böyle haklı mı konuşurdu? Hayatımda hiç onun kadar çözüm odaklı yaklaşan, sakin bir erkek görmemiştim. Beni şaşırtmıştı.

"Pardon, merak ettim de, adın nedir?"

"Can. Senin?"

"Marin. Memnun oldum."

Can gülümsedi: "Ben de."

Elimi uzattım, o da uzattı. Tokalaştık.

Aklımdan "Acaba Lichteryalı mı?" sorusu geçse de umrumda değildi. Önemli olan, bana verdiği destekti.

Bir daha onu görür müydüm, bilmesem de en zor anımda destek için çıkan bu yabancıyı unutmayacaktım.

Ama gerçekten... İfadesi kime benziyordu?

...

Bugün doğum günümdü. Lina'nın aldığı mavi elbiseyi giydim.

Aklım hâlâ Alis'in söylediklerindeydi. Belki de son zamanlar onu sorunlarımla çok boğmuştum. Haklı olabilirdi ama bunca paylaştığımız şeyi çöpe atmaya değer miydi? 

Can haklıydı. Eğer arkadaşlığımıza değer verseydi gelip bana sıkıntısını söylerdi. 

Ama artık bunları düşünmenin bir önemi yoktu.

Doğum günümü geçen seneki gibi kutlamayacağıma, bir şekilde eğlenmenin bir yolunu bulacağıma dair kendime söz verdim.

Bugün hiçbir şey keyfimi bozamaz.

Ne ailem, ne arkadaşlarım... Buna izin vermeyeceğim.

Çünkü kendi değerimin farkındayım.

More Chapters