Cherreads

Chapter 28 - -28-

POV: Lina

Martin'i arabanın yanında ağlarken buldum.

"Hadi, bin çabuk." dedim Martin'e. Düşüncelere dalmış gözüküyordu, ben korna çalınca irkildi.

Martin arabaya bindi ve bağırmaya başladı: "Lina, ben onsuz ne yaparım? Onu kaybedemem. Hatalarımı telafi etmem lazım. Onu ne kadar çok önemsediğimi göstermem lazım. Daha olmaz, ölmesin, ölmesin!"

Leon, Martin'i sakinleştirmeye çalıştı:

"Daha ortada hiçbir şey yok. Sadece ameliyat oluyor. Kurtulma ihtimali var. Hemen kötü düşünme."

"Nasıl düşünmeyeyim? Kalp... Kalpten vurulmak nedir, biliyor musun? Çok riskli, nasıl iyileşecek?"

Trafik şansımıza tıkalıydı. Kafayı yemek üzereydim, kornaya sertçe bastım.

"Hay sikeyim! Kuralların canı cehenneme, emniyet şeridinden gidiyorum." 

Gaza olabildiğince çok bastım. Ben de en az Martin kadar endişeliydim.

Marin benim de arkadaşım hatta kardeşim olmuştu. Onu kaybedemezdim.

Dayan Marin... Lütfen... Sen güçlüsün, dedim içimden.

Neyse ki bir süre sonra hastaneye vardık. Martin arabadan fırladı, biz de arkasından koştuk.

Danışmaya Marin'in adını söyleyip ameliyathanenin yerini sorduktan sonra hızlıca ameliyathaneye gittik.

Sarp, Can, Dora, Max... hepsi oturmuş, kapının önünde bekliyordu.

Martin koştu ve hemşirenin yakasına yapıştı: "Marin! Kardeşim nasıl? Çabuk söyle!"

"Beyefendi, sakin olun-"

"Ne sakin olması? Kardeşim ölüyor içeride, nasıl sakin olabilirim?"

"Ameliyat daha sonuç vermedi, lütfen, oturun. Çok zor, biliyorum."

"Bilmiyorsun! Daha önce kardeşin eğlenmeye gittiği bir şenlikte vuruldu mu? Hem de kalbinden?"

Leon ve ben, Martin'i tuttuk.

"Martin, gel burada beklemeyelim. Dışarı çıkalım."

"Hayır! Kardeşim çıkana kadar hiçbir yere gitmem ben! Hiçbir yere! O sağ çıkacak, onu göreceğim, onu göreceğim!"

"Martin, dışarı çıkalım. Orada istediğin kadar bağırırsın, hadi." dedim ama Martin birden beni ittirdi, ardından Leon'a dönüp onu da ittirdi: "Sen de bırak kolumu! Ne tutuyorsunuz beni? Kardeşimi göreceğim, gözlerimle yaşadığını, nefes aldığını görmeden gitmeyeceğim!"

Bir şey diyemedim. Kendi ailemi kaybettiğimde nasıl acı çektiğimi hatırladım, her türlü öfkeye hakkı vardı. İnsan mantıklı düşünemiyordu.

Martin iki dizinin üzerine çöktü, ardından ağlamaya devam etti.

"Kardeşim... kardeşim! Sana bir şey olmasın, lütfen olmasın."

Bunca zamandır ağlayan Max yavaşça yerinden kalktı ve yerde oturan Martin'e sarıldı. Martin de ona geri sarıldı.

"Abi... abi! Lütfen bir şey olmasın ona. Dayanamam ben, bir kayıp daha kaldıramam. O benim için çok değerli, onsuz ne yapacağız abi?"

"İyi olacak... İyi olacağına inanalım. Marin güçlüdür. Kolay pes etmez, biliyorsun." dedi Max.

"Pes etmez, değil mi? Tutunur hayata?"

"Tutunur. Tutunacak. İnanıyorum."

Max ve Martin, yerde bir süre sarılmış bir vaziyette ağladılar. Max arada Martin'in sırtına vurdu, hepimiz onları izledik. 

Ben ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Onları öyle görmeye dayanamıyordum.

...

Yaklaşık iki saat geçmiş, hava kararmaya başlamıştı, biz hâlâ ameliyathanenin kapısında bekliyorduk. Martin ve Max biraz sakinleşmişlerdi.

O sırada bir telefon çaldı. Dora'dan geliyordu.

"Ah... Mina'nın telefonu. Babası arıyor, ne yapmalıyım?"

"Aç bence, daha önceden haber vermemiz gerekirdi zaten."

"Ama şifresini bilmiyorduk telefonunun."

"Tamam, aç sen."

Dora telefonu açtı.

"A-alo... B-ben Mina'nın arkadaşıyım... Ha... Mina mı... Maalesef efendim... o şu an hastanede... Ameliyathanede bekliyoruz... Şey... Omzundan vuruldu... Tamam... Üniversite hastanesindeyiz... Acele etmeyin, Mina ameliyathaneye girene kadar bilinci yerindeydi... Tamam... Çok geçmiş olsun..."

Telefonu kapattı.

"Çok panikledi, ne diyeceğimi bilemedim. Geliyor şimdi."

"Bu festivali olaysız atlatamadığımıza inanamıyorum." dedi Leon.

"Olan oldu artık. Tek isteğim Marin ve Mina'nın sağ sağlim ameliyattan çıkması." dedim ben de.

Tam da o sırada doktor dışarı çıktı, hepimiz ona doğru koştuk.

"Doktor bey, durumu nasıl?" dedi Max.

"Kardeşim nasıl?" dedi Martin.

"Omzundan vurulan hastanın durumu iyi. Şimdi onu odaya alıyoruz. Yakınları siz misiniz?"

"E-evet, biz arkadaşlarıyız. Ailesine haber verdik." dedim ve hemen ardından sordum:

"Peki diğer hasta?"

"Henüz ameliyat sürüyor ama şunu söyleyebilirim ki kurşun kalbinden biraz uzak bir noktaya denk gelmiş ve çok da derine gitmemiş. Bu yüzden kritik noktayı atlattı diyebilirim, ama yine de kurşunu çok dikkatli çıkarmamız ve sonrasında dikiş atmamız gerektiğinden ameliyat yaklaşık 1-2 saat daha sürecek."

Hepimiz bunu duyunca derin bir nefes aldık. Özellikle Max ve Martin oldukça rahatlamışlardı. 

"Ohh! Kardeşim kurtulacak." dedi Martin.

Max rahatlamışçasına nefesini verdi ve Martin'in omzuna vurdu.

"Abi... yaşayacak!" dedi Martin ve Max'e sarıldı.

Öte yandan Sarp ve Can sarılıyorlardı, ardından Dora'ya da sarıldılar. 

Leon ve Martin de sarılırken Mina'yı sedyeyle dışarı çıkardılar.

Dora, Can ve Sarp koştular: "Mina!"

Mina baygın bir şekilde, sargılı yatıyordu. O sırada merdivenden aşağı inmekte olan Max dikkatimi çekti.

Onun için çok kötü bir gündü. Büyük ihtimalle dışarı çıkıp hava alacaktı. Kapının önünden saatlerdir bir kez bile ayrılmamıştı, Martin de Max de.

"Lina, biz Leon'la kantine iniyoruz, gelecek misin?" dedi Martin.

"Tamam." dedim ve ikisiyle kantine indik.

Leon bize bir şeyler almaya gitti, o sırada Martin'le yalnız kalmıştık.

Bir süre sessizlik oldu, ardından sordum: "Daha iyi misin?"

"Sanırım. Ama Marin'i uyanıkken görmem lazım. Başka türlü rahatlayamam."

"Haklısın."

Bir süre daha sessizlik oldu, sonra Martin tekrar konuştu.

"Seni ittirdiğim için üzgünüm. O sırada Marin için endişelendiğimden gözüm hiçbir şeyi görmüyordu."

"Normalde olsaydı seni orada döverdim, biliyorsun değil mi?"

"Bunu hâlâ yapabilirsin. Hatta Leon'u da ittirdim, ikiniz birlikte dövseniz gıkım çıkmaz."

Kıkırdadım.

"Aptalsın sen. Senin yerinde olsam ben de aynısını yapardım. Bu kadar takma kafaya. Sonuçta kardeşini kaybedebilirdin."

"Bu ihtimali düşünmek bile istemiyorum artık."

Gerçekten de üzgün ve pişman görünüyordu.

"Bazen yapmayacağımız şeyleri duygular bizi ele geçirdiğinde yapabiliyoruz. Baş edecek gücümüz olmuyor. Özellikle en yakının olduğunda iş daha da değişiyor."

Omzuna onu avuturcasına vurdum.

"Yani, endişelenme."

"Hey Lina, bu sen değilsin. Beni dövmen lazımd-"

"Biraz daha ısrar edersen fikrimi değiştireceğim, hazır hastanedeyken bacağını kırarım!"

"Tamam, tamam!" dedi hafiften gülerek Martin.

En azından morali biraz yerine gelmiş gözüküyordu.

O sırada Leon tepsiyle geldi: "Buranın mantar çorbası garip bir şekilde güzel. Normalde yemekhanede su gibi yapıyorlar bunu."

Hepimiz çorbaları aldıktan sonra Martin Leon'a döndü: "Leon, senden de özür dilerim."

Leon çorba içiyordu, yanındaki ekmekten bir parça kopardı: "No oçon?"

"İttirdim ya seni."

"Hoo, soron yok yo!"

"Oğlum kırk yılda bir özür diledim, ağzında yemek varken konuşmasana!"

Leon ağzındakini bitirdi: "Açım, Martin."

"Tamam ye de, ağzındakini bitirip konuş."

"Off, tomom yoo!" 

"Ya, bak!"

Onların atışmasını izlemek keyifliydi, hafifçe gülümseyerek onları izledim. Bir an kafamı çevirdim, o sırada dışarıdaki bankta oturan Max dikkatimi çekti.

Hâlâ dışarıda, düşüncelere dalmış, diye düşündüm.

"Ben birazdan geliyorum, siz yiyin." dedim Martin ve Leon'a, ardından dışarı çıktım.

Max'in yanına geldiğimde beni fark etmemişti.

"Max..." dedim yavaşça.

Birden irkildi.

"Ah... burada mıydın?"

"Yeni geldim."

"Hımm."

Yanına oturdum. Bir süre sessizlik oldu. Ne zaman bir araya gelsek aramızda bu rahatsız edici sessizlik olurdu. 

Ona lotus çiçeği verdiğim günden beri böyleydik.

"Hey... Nasılsın?"

Derin bir iç çekti: "Bilmiyorum. Onu canlı görmeden içim rahat etmeyecek."

Martin'le ikisi aynı düşünüyorlar, dedim içimden.

"Bak... ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Ben ailemi kaybetmiştim. Gerçi, ailenden birini daha önce kaybetmiştin sen de."

"Bazen düşünüyorum, ben onu hak ediyor muyum? Belki de bizimle yaşamaktansa ölmeyi tercih ediyordur."

"Marin'in ölmek isteyeceğini sanmıyorum. O kız her koşulda hayata tutunmanın bir yolunu bulur."

Ardından ekledim.

"Siz olsanız da olmasanız da."

"Haklısın."

"Ama bence bundan sonra ona daha yakın olmayı deneyebilirsiniz. Marin'in buna ihtiyacı var. Aynı zamanda Martin'in de sana ihtiyacı var."

"Abi olarak sorumluluğum var değil mi?" dedi kendi kendine gülümseyerek.

"Bunu sorun edeceğini sanmıyorum. Bir yapsan, sorumluluğundan fazlasını yapacağını düşünüyorum."

Birden Max'in yanaklarından gözyaşları dökülmeye başladı. Hem acı acı gülümsüyor hem de ağlıyordu.

"Ş-şey, yanlış bir şey mi dedim?" diye sordum.

Hemen dökülen gözyaşlarını fark etti ve sildi.

"Ben... Çok özür dilerim ya."

"Neden özür diliyorsun? Ağladığın için mi? Zaten öğlen ağlarken gördüm seni."

"Ama o farklıydı."

Gözyaşlarını eliyle siliyor, sildikçe yenileri akıyordu.

Normalde asla yapmayacağım bir şey olsa da, gözyaşlarını elimle silmek istedim. Sebebini bilmiyordum.

Ama yaptım.

Yavaşça yüzünü kendime çevirdim ve iki elimle yanaklarındaki yaşları sildim.

Bugün duygusal olduğumdan mı böyle bir şey yapmıştım? Neden?

Bir erkeğe dokunmaktan hep kaçınırdım. Öyleyse şu an neden bunu yapıyordum?

Yaptığım şeyin farkına varır varmaz ellerimi geri çektim.

"Ö-özür dilerim. Bir anda öyle yapıverdim."

Şaşkındı, ama yüzü biraz da kızarmıştı. Gülümsedi.

"Sorun yok. Teşekkür ederim. Desteğin için."

Gülümsemek ona çok yakışıyordu. Özellikle şu anki hali... Gözyaşlarından kalan izler yanaklarında parlıyor ama o hâlâ gülümsüyordu.

"Şey... Bu arada teşekkür demişken, doğum günümde bana ayıcık yollamışsın. Teşekkür ederim ben de, ama neden ayıcık?"

"Ah... Şey... Martin'e ne sevdiğini sormuştum da, ayıları çok seviyormuşsun. O yüzden ben de-"

"Bekle, bekle! Martin sana ayıları sevdiğimi mi söyledi?"

"Evet, sevmiyor muydun yoksa?"

İşin aslı, ayılardan korkuyordum. Küçükken ailemle bir film izlemiştim ve ayıyı çok korkunç çizmişlerdi, küçük bir kızın arkasından onu yemek için koşturuyordu. Çok küçükken de olsa bende travma yaratmıştı. 

"Ahh... Yok, severim de... buna değinmesine şaşırdım sadece."

Aptal Martin... kız kardeşin hele bir sağ sağlim çıksın hastaneden, seni mahvedeceğim!

"Sevindim beğenmene."

"Sen sever misin peki böyle 'sevimli' şeyleri?

Ayılar bana oyuncak formunda olsa bile sevimli gelmiyordu, bu yüzden sevimli kelimesini oldukça yapmacık söyledim.

"Ben mi? Yani... aslında... hayır ama..."

Onun mimiklerinden anlamıştım. Sevimli şeyleri gerçekten de seviyordu. Sürekli ciddi dolaşan Max'in böyle çocuksu bir yanı olacağını düşünmemiştim.

"Hımm anladım. İyi."

Tekrardan sessizlik oldu. Öylece konuşmadan bir süre oturduk ama bu sessizlik çok şey anlatır gibiydi. 

Ne anlattığını ben de bilmiyordum ama bu sessizlik öyle gürültülüydü ki sanki söylemek isteyip söyleyemediğimiz şeyleri içimizde bağıra bağıra söylüyorduk ve bütün hepsini anlıyorduk.

Bir süre sonra ben ayağa kalktım: "Ben içeri geçiyorum. İstersen sen de gel."

"Ben biraz daha kalacağım."

"Peki."

Ardından içeri geçtim.

More Chapters