"Buna gerek yok. Her şeyi duydum."
Luceat hanım kapının önünde, ikimize ciddi bir ifadeyle bakıyordu.
"L-luceat abl-"
Sözümü kesti.
"Dawn, sana inanamıyorum. Sırrımızı bu kadar kolay paylaşacağını asla düşünmemiştim."
"B-ben açıklayabilirim-"
Luis sinirle öne atıldı.
"Bunca zamandır dinliyor muydunuz? Dawn'ın mahremiyete ihtiyaç duyabileceğini hiç düşünmediniz mi?"
"Luis, dur!" dedim ama Luceat elini kaldırıp beni susturdu.
"Bırak konuşsun. Bu konuda haklı ama şüphelerimi doğrulamak için başka şansım yoktu."
Gözyaşlarımı tutamadım, hemen Luceat hanımın ayaklarına kapandım.
"Luceat hanım... affedin... gardımı bir anlığına indirdim... lütfen... sadece bir anlığına yardım edebileceğini düşündüm ve..."
"Dawn, yapma şunu artık, kalk ayağa!" dedi Luis ve beni kaldırmaya çalıştı. Luceat hanım ise olduğu yerde duruyordu.
"Bakın, Dawn bu ana kadar saklamak için elinden geleni yaptı. Onu ben zorladım, köşeye sıkıştırdım. Lütfen bizi bir dinleyin." diyerek beni savundu Luis.
"Sana güveneceğimi mi düşünüyorsun?" dedi Luceat hanım katı bir sesle.
Luis hâlâ beni kaldırmaya çalışıyordu.
"Hayır, siz kimseye güveniyorsunuz belli ki. Ama daha az şüpheci olmanız lazım."
Ardından beni daha sert sarstı: "Dawn, hadi!"
O zaman yavaşça yerimde doğruldum ve Luceat hanımın sert bakışlarıyla karşılaştım. Bana bakarken Luis'e yanıt verdi.
"Şüphelerim doğruyken nasıl şüpheciliği bırakabilirim?"
"Luceat abla..." dedim ve daha da gözyaşlarına boğuldum.
Luis beni tutuyordu ve Luceat hanıma adeta meydan okuyordu.
"Peki sizinle bir anlaşma yapsak?"
"Hımm, ne gibi?" dedi Luceat hanım.
"Size yardım edeceğim. Aradığınız aileye en yakın kişi benim sonuçta ve istediğiniz bilgiyi daha kolay elde etmenizi sağlayacağım."
"Hâlâ anlamıyorsun... sana güvenmiyorum."
"Büyük bir şey kaybediyorsunuz. Ben insanların sırlarını paylaşmam. Her şeyi kendime saklarım ve sonuna kadar eğlenirim. Benim kişiliğim bu."
"Eğlenceli bir şey yapmıyoruz burada, evlat."
İkisi de satranç oynar gibi laflarını sıralıyorlardı. En son konuştum: "Luis, kendini riske atmanı istemiyorum, daha fazla zorlama."
Ardından Luceat hanıma döndüm: "Luceat hanım, beni istediğiniz gibi cezalandırın. Tüm her şeyimi elimden almanıza hazırım."
Luceat hanım, ona "hanım" dediğimi duyunca kaşlarını daha da çattı.
"Dawn, beni çok yanlış tanımışsın. Aramızdaki samimiyet formalite değildi. Senden sadece sadakat istedim, ve sen bunu hiçe saydın."
Diyecek lafım yoktu. Haklıydı.
"Yine de sana ve Luis'e bir şans vereceğim. Her şeyi bir anda silmeyeceğim."
Gözlerimde yaşlarla, umutla Luceat hanıma baktım.
Ona sarılmak üzere koştum: "Luceat abla!"
Luceat de karşılık olarak bana sarıldı.
"Sana her ne kadar kızgın olsam da kolay kestirip atabileceğim biri değilsin, Dawn. Bu yüzden bir şansı hak ediyorsun."
Bana sarılırken Luis'e baktı: "Sana gelince... şans vermemin tek sebebi Dawn'ın benim için özel olması, anladın mı?"
"Heh, anladım. Yeter ki Dawn'ı bağışlayın, gerisi umrumda değil."
Luceat hanım bir süre daha bana sarıldı. Bu sarılması, daha önceki sarılmalarından daha samimiydi. Sanki uzun zamandır aradığım anne şefkatini şu an bana veriyordu.
Annesi tarafından azarlanmış ama en sonunda barışmış anne-kız gibiydik.
Böylece balo oldukça olaylı geçti ama bir sonuca bağlandı.
***
1 ay sonra
Luceat abla son olaydan beri beni daha sık ziyaret ediyordu, ayrıca Luis ile de çıkmaya başlamıştık.
Luis ile neredeyse günün her anında konuşuyorduk, bana her sabah "günaydın" ve "iyi geceler" mesajı atıyordu.
Ne zaman mesaj attığını görsem gülümsüyordum. Birini sevmek böyle bir şey miydi?
Bahar şenlikleri de bugün başlıyordu. Sabah hafif serindi, kahvemi alıp sigaramı yakmıştım ki Luceat abla aradı.
"Luceat abla?"
"Merhaba canım. Nasılsın?"
"İyiyim, teşekkür ederim. Açıkçası festival için biraz heyecanlıyım."
"Çok hazırlık yaptık, umarım bir öğrenci olarak festivali beğenirsin."
"Siz emek verdiyseniz mutlaka beğenirim."
"Çok hoşsun. Hava biraz serin, üstüne bir şeyler almayı unutma."
"Merak etmeyin. Bu arada, siz nasılsınız?"
"Ben... iyiyim..."
Ama iyi değildi, sesi titriyordu.
"Luceat abla, iyi olduğunuza emin misiniz?"
"Ben..."
Birden ağlamaya başladı. Luceat abla ilk kez karşımda ağlıyordu ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Bu yönünü kolay kolay kimseye göstermezdi, sanırım ben o nadir kişilerdendim.
"Sarp'ı çok özledim, Dawn. İlk defa bir bahar şenliğine onsuz katılacağım."
Sarp gideli yaklaşık 3 ay olmuştu. Oğluyla bu ana kadar hiç ayrılmamış bir anne için bu çok zor olmalıydı.
"Eminim o da sizi özlemiştir, ama kavuşacaksınız." dedim.
"Tabii ki ama ayrı kalmak canımı çok acıtıyor. Bazen keşke onu tüm bunlara bulaştırmasaydım, diyorum. Ama şu an hiçbir şeyi geri alamam. Bana yardım etmek için çok yalvarmıştı, aklıma gelen ilk şey buydu."
"Kendinizi suçlamayın. Sarp size yardım ettiği için çok mutludur. Çünkü evlatlar, annelerine yardım edince mutlu olurlar."
"Ama bu farklı!"
"Luceat abla, konu ne olursa olsun bu böyledir. Hem bu şenlik Sarp için bambaşka bir deneyim olacak."
"Haklısın canım. Sadece bir anlık duygulanmaydı işte, kusura bakma."
"Sıkıntı yok, ben de sık sık yaşıyorum. Hepimiz insanız sonuçta, değil mi?"
"Evet. Neyse canım, ben kapatıyorum. Sana şenlikte iyi eğlenceler."
"Çok teşekkür ederim, size de."
"Ha, bu arada..."
Luceat abla kapatmadan önce bir şey diyecekti belli ki.
"Gözüm Luis'in üzerinde. Eğer seni üzerse onu parçalarım."
Kıkırdadım.
"Merak etmeyin, ilk başta ben parçalarım." dedim şakacı bir şekilde.
"İşte benim kızım!" dedi Luceat abla ve sonra "Hadi, görüşürüz." deyip kapattı.
Kendi kendime gülümsedim ve tam o sırada farklı bir telefon geldi. Bu, Daichi'dendi.
"Bugün şenlik varmış, geliyorum bak. Beni erkek arkadaşınla tanıştıracaksın, değil mi?"
"Tanıştıracağım, merak etme."
"He, tamam. Şu sarışın güzel arkadaşın da orada olacak mı?"
Güldüm.
"Olacak."
"He, anladım. Neyse tamam, sonra görüşürüz."
Telefonu kapattı. Onunla da uzun bir konuşma yaptıktan sonra barışmıştık.
Bir gün onu bizzat ziyaret etmiştim. Küçük, kendi halinde, ablasıyla yaşadığı bir evi vardı.
O gün ablası yoktu, böylesi daha iyiydi. Daha rahat konuşabilirdik, ayrıca ablasının ajanlık işlerimi bilmesine gerek yoktu.
"Benimle konuşmak istemişsin. Ne oldu?" dedi Daichi soğuk bir sesle, ellerinde çayla gelerek.
"Ben… özür dilemeye geldim."
Çayları masaya koydu ve bana döndü: "Ne için?"
"Ayıp ettim. Onca yıllık arkadaşlığımız var, sırf aramıza mesafe girdi diye arkadaşım olmadığını söylememeliydim."
Daichi karşımdaki koltuğa oturdu ve iç çekti: "Dawn, seni anlıyorum. Görevine sadık kalmak için duygularını tamamen reddetmeye çalıştın. Ama hayatın kendisi böyle değil. Kendini reddedemezsin."
"Biliyorum. Ben de bunu fark ettim."
Çayımdan bir yudum aldım, bir süre sessiz kaldık. Sonra Daichi konuştu: "İyi. Affettim seni."
Gözlerim parladı: "Gerçekten mi?"
"Evet. Ama beni bir daha böyle kırma."
Yerimden kalkıp ona sarılacakken beni durdurdu: "Bekle! Bana sarışın arkadaşını ayarlamazsan seninle barışmam."
Iris'ten bahsediyordu.
"N-ne!?"
"Neyse, şaka yapıyordum."
"Hayır, ciddisin sen."
"Dawn, dürüst olalım. Kim benim gibi rezil bir hayatı olan birini ister ki? Sistemleri hackleyerek illegal bilgiler ediniyorum."
Sustum. Ne diyeceğimi bilemedim.
"Ama ayağıma kadar gelmişsin. Mutlu oldum. Teşekkürler."
Gülümsedim ve elimi uzattım.
"Arkadaşız, değil mi?"
O da elini uzattı: "Arkadaşız."
Böylece aramızdaki problemi çözmüş olduk.
Ama şimdi yeni bir problem vardı.
Bugün ne giyecektim?