Cherreads

Fell From The Sky (Türkçe)

ArkadaşRüzgar
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
178
Views
VIEW MORE

Chapter 1 - Bölüm I-Gri Ateşin Külleri

Kuzey kıtasının derinliklerinde, Korvel'tha Krallığı'nın sınırında, dev çam ağaçlarının gölgesinde yürüyen bir adam vardı.

Adı Vaelir'di.

Yalnız bir yolcuydu, yüzünde eski tanrıların izleri. Sol omzunda kırık bir kılıç taşıyordu. Bu kılıç, hiçbir dövüşte çekilmemişti. Yalnızca ölülerin adını hatırlamak için vardı.

Vaelir, hayatında bir anlam bir amaç arıyordu.

Vaelir'in gözlerinde yalnızca Gri Ateş yanardı. Ne umut, ne nefret; yalnızca anıların külleri.

O sabah Vaelir, bir rüya tarafından uyandırıldı.

Birisi fısıldamıştı:

"Limhar Vadisi'ne git.

Orada düşmüş bir tanrının mezarı açıldı."

Bu söz, yolunu kaybetmiş birisi duyulabilecek en ağır çağrılardan biriydi.

Limhar Vadisi, yaşayanların unutmak için dua ettiği yerdi.

Eskiden burada bir tanrı yaşamıştı.

Ama ismi bile lanetlenmişti.

Yalnızca çılgınlar onun adını mırıldanırdı: Zahrhael.

Vaelir vadinin girişine vardığında gökyüzü çürük et gibi koku yayıyordu.

Ağaçlar gölgelerini kaybetmişti.

Ve toprak, karanlığı içmiş gibi kurumuştu.

Ama oradaydılar.

"Yürüyenler."

Zahrhael'in mezarı açıldığında geri dönenler.

Onlar ölü değildi.

Ama yaşayan da değillerdi.

Vaelir onları gördü, ama kılıcına sarılmadı.

Zira gri ateş, yaşayanı değil anıyı yakardı.

Ve bu yaratıklar, hatırlanmamış ölümlerdi.

Vaelir, sırtını eski bir mezar taşına vermişti.

Nefesi ağır, dizleri çökmüştü.

Gri Ateş gözlerinde titrek bir parıltıya dönüşmüştü artık korkuya değil, kabullenişe.

Etrafı, Zahrhael'in mezarından sızan çürümüş ölülerle çevriliydi.

Her biri, bir zamanlar farklı milletlerden, farklı çağlardan ölen askerlerdi.

Ama şimdi hepsi aynı çürümüş sessizliği taşıyordu.

Adımları yankılandıkça, Vaelir'in geçmişte yitirdiği her ismi hatırlatan bir uğultu doluyordu etrafa.

Son bir nefes aldı.

Ve kılıcını kaldırdı.

"En azından anılarla öleceğim," diye fısıldadı.

Kılıç, antika bir efsaneye aitti.

Ama zaman, her şeyi çürütür.

Ve hatıralar bile bazen tutunamaz.

İlk darbeyi savurduğunda bir yaratığın boynunu hedeflemişti.

Ama metalle et değil, zamanla çürümüş kemik buluştu.

Ve o anda, bir çığlık gibi, kılıç kırıldı.

Bir yarısı Vaelir'in elinde, diğer yarısı çamurlu toprağa saplandı.

Bir an, dünya sustu.

Vaelir gözlerini yumdu.

Sonra…

Müthiş bir ses çıktı ve Gökyüzü yırtıldı.

Bulutları delerek yeryüzüne doğru rengarenk bir şey düştü.

Bir ışık indi.

Bir tanrının öfkesine, bir savaşçının çığlığına benziyordu.

Kadın yere indi.

Ama düşmedi.

Sanki dünya onun varlığına eğilmişti.

Kıyafetleri başka diyarlardan gibiydi.

Sırtında büyüyle örülmüş dairesel bir sembol parlıyordu renkleri sürekli değişen bir halka.

Saçları yıldız tozuna bulanmış gibi parlıyordu.

Gözleri…

Vaelir ilk kez korkusuzca bakan bir çift göz gördü.

Kadın yere iner inmez elini ileri savurdu.

Bir rüzgâr koptu.

Ama bu bir hava hareketi değil, bir anı patlamasıydı.

Ölülerin her biri, öldükleri ana geri çekildi.

Çığlıklarla, çatırdayarak yok oldular.

Bedenleri değil, ölümleri yeniden yaşadı.

Vaelir'in dizleri çözülmek üzereydi.

Kadın ona döndü, aceleyle:

"Ayağa kalk. Şimdi değil."

Vaelir konuşamadı.

Kadın bir adım attı, elini uzattı.

"Daha fazlası geliyor. Ve eğer burada kalırsak sonumuz hiç iyi olmayacak."

Vaelir hâlâ nefes alıyordu ama ruhu gitgide uzaklaşıyordu.

"Sen... sen kimsin?" diyebildi sadece.

Kadın, gözlerinde hem öfke hem acıyla fısıldadı:

"Ben Elandra, Zahrhael'in kızını öldüren kişiyim."

Elandra Vaelir ile beraber oradan uzaklaştı ve gezegenin en karanlık ormanına vardılar.

Pinewood Ormanı, gün ışığını hiç sevmezdi.

Ağaçlar, gövdeleriyle birbirine yaslanmış birer iskelet gibiydi.

Yapraklar dökülmüyordu çünkü hiç yeşermemişlerdi.

Ve ormanın ortasında, unutulmuş bir çağdan kalma, tren istasyonu vardı.

İnsanlar onun hâlâ ayakta olduğunu bilselerdi bile, uğramaya cesaret edemezlerdi.

Vaelir ve Elandra, sessizce oraya vardılar.

Raylar pas tutmuştu,

banklar yosun bağlamıştı,

ve saat, yüzyıllar önce durmuş gibiydi 03:11'de.

Elandra, ahşap bir banka oturdu.

Sessizlik uzun sürdü.

Yalnızca uzaklardan gelen baykuş sesleri ve soğuk havanın öksüren ormanı vardı.

Vaelir, ayakta bekledi.

Omzunda hâlâ kırık kılıcının yarısı.

Bir şeyi kaybetmiş gibi değil, sanki hâlâ taşıması gerekiyormuş gibi tutuyordu onu.

Elandra yavaşça konuştu, sesi buğulu havada eridi:

"Gözlerinde gri bir parıltı var.

Bu… bekleyişin rengi.

Sanki bir alev olmaya hazır, ama hâlâ duman gibi titreyen bir kıvılcım."

Vaelir başını çevirdi.

Sesi donuktu:

"Alevler çoktan yandı. Küllerimle konuştun az önce, Elandra."

Kadın hafifçe güldü.

Ama o gülüşte hüzün vardı, sanki geçmişte çok fazla şey görmüş gibiydi.

"Ben... o külleri yeniden tutuşturmanı sağlarım." dedi.

"Ateşin özünü ele geçirmene yardım edebilirim.

Gerçek bir alev gibi yanarsın."

Vaelir umutsuzca yanıtladı:

"Sönmüş hali daha iyi, yansa bile onu geri getirmez."

Uzaklara, rayların son bulduğu karanlığa baktı.

Bir zamanlar oradan kardeşiyle geçmişti.

Ama zaman onu da çalmıştı.

Elandra bir anda fısıltıya döndü.

Sesi, rüzgar gibi Vaelir'in kulağından kalbine indi:

"Kardeşin yaşıyor."

Vaelir'in kasları gerildi.

Nefesi değişti.

Sanki göğsünde yıllardır kilitli duran bir şey çatladı.

Gözleri Elandra'ya döndü, ilk kez gerçekten baktı.

"Onu nereden tanıyorsun?"

Elandra cevap vermedi.

Sadece bir baş hareketiyle:

"Gel benimle."

"Neden bana bu iyiliği yapıyorsun?" dedi Vaelir.

Elandra ayağa kalktı.

Sis arasında siluet gibi görünüyordu.

"Çünkü zamanında... Zahrhael'in kızını öldürdüm.

Ve şimdi... her adımım bir kefaret.

Eğer kardeşini bulursak... belki ben de kefaretimi ödemiş olurum."

Vaelir sessizce başını eğdi.

İçinde bir şey yanmaya başladı.

İnce, sıcak, korkutucu…

Alevin habercisi gibi.

"Ateşin özünü nereden bulacağız?" diye sordu.

Elandra yanıtladı:

"Güney kıtanın altındaki lav kraterlerinde,

eski bir kabile yaşıyor: Solren Halkı.

Onlar ateşi kutsal sayarlar.

Ama öz, herkese açılmaz.

Seni sınayacaklar.

Ve... gerekirse savaşacaksın."

İkisi birlikte, istasyonun sisli gölgelerinde kayboldu.

Raylar, adımlarını sessizce uğurladı.

Pinewood Ormanı bir kez daha yalnızlığa gömüldü.