Cherreads

Chapter 39 - Bölüm 39 – Morrivar'ın Nefesi

Miria Düklüğü Doğusu, Sapharyn Vadisi

Liraz, yüzünde hafif bir tebessümle yanındaki matı yere serdi. ''Aries ayrılalı çoktan üç ay oldu. Sence şimdi nerededir?''

''Hmm. Bilmem. Normal biri olsa, hâlâ Helios'un verimli arazilerinde olurdu. Ama o canavar herif üç ayda çoktan kuzeye varmıştır bence''

Liraz, dudaklarını büzerek başını çevirdi. "Hey… Aries'e 'canavar' deme." kolunu gererek kardeşinin başına şaplak attı. Şaka yollu ama biraz da içgüdüsel bir müdahaleydi.

"Gerçekten mi? Şimdi mi başladın savunmaya?"

Fenrin başını tutarken hafifçe homurdandı... Onlar ikizdi. İlk doğan Liraz olsa da yaş farkları yoktu. Yine de Liraz her zaman ona ablası gibi davranıyordu. Bu ise Fenrin'in sinirini bozuyordu.

Fenrine göre Liraz onun kız kardeşiydi ve onu korumalıydı. Her neyse, intikamımızı aldıktan sonra ikimizde kendi hayatlarımızı kuracağız zaten. Birkaç yüz yıl onu göremeyebiliriz bu sebepten bu gibi küçük şeyleri şimdi düşünmeye gerek yok. Fenrin yüzünde garip bir sırıtışla şimdilik bu anların tadını çıkarmaya ve ''küçük kız kardeşi'' Liraz'ın eğlenmesine izin vermeye karar verdi.

''Hey, o yüzündeki o tuhaf gülüşte neyin nesi. Kes şunu. İğrenç.'' Liraz kaşlarını çatarak yüzünde tiksinmiş bir ifadeyle kardeşine baktı.

İkili çadırın içinde, savaşın ağırlığını unuttukları birkaç dakikanın tadını çıkarıyordu. Dışarıda ise, kara elf ordusu tıkır tıkır işleyen bir savaş makinesine dönüşmüştü. Üç ay boyunca eğitim, tahkimat ve strateji... her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Fenrin'in seçtiği elit savaşçılar, geri kalan askerlere durmadan eğitim veriyor; oklar, mızraklar, tuzaklar günbegün çoğalıyordu. Kara elfler, artık yalnızca kaçan köleler değil; intikam ateşiyle bilenmiş savaşçılardı.

Miria'da aldıkları ağır yenilgi, hâlâ omuzlarındaydı. O utanç, her sabah gözlerini açtıklarında içlerinde kanayan bir yara gibiydi. Eğer Miria'yı aşamazlarsa, eğer onurlarını geri alamazlarsa... ölü bedenleri bu topraklara karışacak ve sonsuza dek bir daha ayağa kalkamayacaklardı.

Bazı söylentilere göre Aries, onları terk etmişti. Kaybolan bir lider, sessizleşen bir isim... Bu söylentiler kampın dört bir yanına yayılmıştı. Liraz ve Fenrin de duymuştu. Ama bu sözlerin yayılmasına müdahale etmediler. Çünkü her söylenti, savaşçıların içindeki inadı körüklüyordu. 'Onsuz da yapabiliriz' demeye başlamışlardı. Ve belki de bu, gerekliydi.

Yine de o olmadan intikamlarını alabilirler miydi ki?

Onun varlığı her zaman gölge gibi üzerlerindeydi.

Ama şimdi?

Gölgeler dağılmıştı. Savaşçılar yalnızdılar. Ve bu yalnızlık içinde güçlenmeleri gerekiyordu.

İmparatorluk tamamen köle işgücüne dayalıydı ve imparatorluktaki en yaygın köle ırkı ise kara elflerdi. Bu utançla, aşağılanmayla daha fazla yaşamayacaklardı. Bir zamanlar bu topraklara kara elfler hükmediyordu. Köle olmaktansa ölmek daha onurlu olurdu. Savaşmaktan başka seçenekleri yoktu.

Liraz'a göre şu an ki durumları, Miria gibi yüksek ve savunma rünleri işlenmiş sura sahip bir şehir kadar olmasa da eldeki imkanlara göre en üst düzeydeydi.

Sapharyn Vadisi, kadim zamanlardan beri ölüm vadisi olarak bilinirdi. Coğrafyası, savunma için neredeyse kusursuzdu: geçitleri koruyan dağ sıraları, sarp uçurumlar, boğucu sıcaklık ve nefes almayı zorlaştıran kuru rüzgârlar. Kumun ve taşın hüküm sürdüğü bu topraklarda ne bitki yetişir ne su bulunurdu. Sadece... ölüm vardı.

Eh elbette bu şartlar Kara Elfleri yıldırmaya yetmedi. Bölgedeki Shael'takar'ları(Çöl Kurtları) ehlîleştirmeyi çoktan başarmışlardı. Xal'norûn'lar(Kum Solucanları) ise tam anlamıyla ehlîleştiremeseler de en azından aralarında bir çeşit anlaşma bulunuyordu. Fenrin, özellikle Xal'norûn'ları düşmana yönlendirecek planlar yapıyordu. Vadinin her karışı, tuzaklarla doluydu. Burası şimdilik onların eviydi. Ve evlerini savunacaklardı.

İmparatorluk ordusu bu vadiye adımını attığı an ölüm sayacı çalışacaktı. Kara elfler nihayet Aries olmadan bir zafer elde edebileceklerdi. Onurlarını, haysiyetlerini tamamen kendi elleriyle elde edebileceklerine inanıyorlardı.

Liraz, dışarı çıkıp kampı izlerken gözlerini kıstı. Kumun üzerinde yürüyen kara zırhlı birliklerin disiplini ona umut veriyordu. Bu, Aries'in liderliği ve öğretisiyle başlamıştı. Ama şimdi bu ordu, kendi başına ayakta durmayı öğrenmişti.

Fenrin yanında belirdi. Onun gibi o da kampın hazırlıklarını inceliyordu.

"İmparatorluk geldiğinde..." dedi Liraz, gözlerini düşman tarafından gelecek ufka dikerek. "Sapharyn onları yutacak."

Fenrin başını salladı. "Ve biz, dünyaya göstereceğiz. Biz imparatorluğun arkasından yürüyen köleler değiliz. Biz... bu toprakların laneti olacağız."

Liraz vadinin ötesine, batı yönüne bakarken kaşlarını çattı. Ufuk, hafifçe dalgalanıyordu. Kumların üzerinde belirsiz bir titreşim vardı. Sanki toprağın altında bir şey uyanıyor gibiydi.

Tam o sırada, kampın kuzeydoğusundaki devriye noktasından bir çan sesi duyuldu. Ardından toz içinde bir figür, çılgınca at süren bir gözcü, kamptan içeri dalarken yükselen bağrışmalar sessizliği yırttı.

Fenrin, hızla dönerek sese odaklandı. "Bu kadar erken mi?"

Liraz zaten hareket hâlindeydi. Gözcü, zırhına kum bulaşmış hâlde çadırların arasından geçip onlara doğru ilerledi. Yüzü tozla kaplıydı ama gözleri korkuyla değil, ciddiyetle parlıyordu.

"Thal'varin!" Ses, kamptaki birkaç askerin başlarını çevirmesine sebep oldu. Bu kelime sıradan bir çağrı değildi. Kara elflerin kadim çağlardan kalma bir unvanıydı bu, liderlerine bu unvanla yalnızca savaş kapıya dayandığında seslenirlerdi. "İmparatorluk ordusu… birkaç saatlik mesafede. Kumun ardından geliyorlar."

"Kaç kişi?" diye sordu Fenrin, sesinde sabırsızlık vardı.

"Yaklaşık elli bin. Öncü birlikleri çoktan vadi girişini geçti. Kum fırtınasının arkasına gizlenmişlerdi. Fark etmemiz geç oldu."

Liraz'ın gözleri daraldı. "Çok akıllıca..."

"Öncülerin ardından ağır piyadeler ve atlılar geliyor. Dört farklı sancak taşıyorlar. Dük Miriam'ın sancağını gördüm. Diğerleri imparatorluk auxillia ve yerel destek birlikleri."

Gözcü sustu. Ama bu sessizlik, daha fazlasını gizliyordu.

Fenrin gözlerini devirdi. "Söylemekten çekindiğin bir şey var."

Gözcü başını eğdi. "Affet, Tharn'el. Son sıra… demir zırhlı bir hat. Düzenli ve ağır adımlarla ilerliyorlar. Sayıları on bin civarında. Ama... onlara bakarken nefes almak bile zordu."

"Lejyon." Liraz'ın sesi neredeyse fısıltı gibiydi. Ama vadinin kuru havasında yankılandı.

Fenrin gözlerini yumdu. "Yani gerçek savaşı en sona saklamışlar."

Gözcü başını onaylar şekilde eğdi, sonra tekrar düzeldi. "Emirleriniz nedir, Thal'varin?"

Liraz, gözlerini karşıda uzanan vadiden çekmedi. Güneş hâlâ tepedeydi ama vadiye doğru çökerek ilerleyen gölgeler, yaklaşan ordunun ayak sesleri gibiydi.

"Yerine dön," dedi soğukkanlılıkla. "Gözünü ayırma. Kum hareket ederse, ilk sen haber vereceksin."

Gözcü bir kez daha başını eğerek uzaklaştı. Atını yeniden alıp batı gözetleme hattına sürdü.

Fenrin başını eğerek kılıcının kabzasını yokladı. "Zaman geldi, kardeşim"

Liraz da yavaşça eğilip kamp haritasını eline aldı. Üzerindeli kırmızı taşlar, büyüyle sabitlenmiş gibi parlıyordu. Her biri taburları, siperleri, tuzakları ve eğimli geçitler gibi stratejik noktaları temsil ediyordu... hepsi haftalarca emek verilmiş kusursuz bir savunma düzeninin bir parçasıydı.

"Biz buradayız," dedi haritayı işaret ederek. "Ve onlar şu an tam buradalar."

Fenrin haritaya bakmadı. Gözlerini tekrar batıdan gelen uğultuya çevirmişti. Kumların ötesinden gelen o ritmik titreşim, ordunun yürüyüş sesiydi.

"Biliyor musun?" dedi Fenrin, bir tebessümle. "Hayatımda ilk defa gerçekten hazır hissediyorum."

Liraz da aynı tebessümle cevap verdi. "Bu iyi. Çünkü bu defa gerçekten özgür olacağız gibi hissediyorum."

İki kardeş bir süre sessizce durdu. Ardından Liraz kılıcını beline taktı, üzerindeki zırhın tokalarını sıktı. Fenrin de aynısını yaptı.

Savaşın ilk anları yaklaşırken, Sapharyn Vadisi'nin kuru rüzgârı kampın içinden geçerek fısıldadı. Ve bu fısıltının içinde, kara elflerin intikam yemini bir kez daha yankılandı.

Liraz, kamp haritasını tekrar katlayıp bir kenara koydu. Parmakları, derin bir sessizlik içinde bir süre masa kenarına vurdu. Sonra aniden gözlerini kaldırdı.

"Fenrin, ateş hattını ikiye böl. Kuzey geçidine ağır okçular, doğuya ise Shael'takar yaratıklarıyla birlikte mızraklı birlikler. Vadinin batı yamacında bekleyenler... hareket sinyalini bizim meşalemizle alacaklar."

Fenrin başını salladı. "Yani önce düşmanı içeri alıyoruz."

"Evet. İçeri girmelerine izin vereceğiz. Tuzaklarımızın amacı bu. Yüksek sıcaklık ve yaratıklarla zaten zayıflayacaklar. İçeri girdiklerinde ise... kafes kapanacak."

Fenrin, dudaklarının kenarında kurnaz bir gülümsemeyle doğruldu. "O zaman onlara bir cehennem hazırlayalım."

Kampın içi bir anda canlandı. Fenrin, yüksekçe bir kayanın üzerine çıkarak net ve sert bir sesle konuşmaya başladı. Onun sesi, vadinin kurak taşlarında yankılandı.

"Kardeşlerim! Bugün bu vadide kader yazılacak. Karşımıza gelen yalnızca insanlar değil... bizden alınmış onurlardır, zincirlere vurulmuş çocuklarımızdır, çalınmış tarihimizdir!"

Askerlerin arasında bir uğultu yükseldi. Kimi sessizce başını eğdi, kimi yumruğunu havaya kaldırdı. Liraz devam etti:

"Bu savaş, geçmişin yükünü sırtımızdan atacak. Buradan geri dönmeyeceğiz çünkü geride kalacak bir şeyimiz yok! Bu topraklar bizim mezarımız olacaksa... düşman da bizimle gömülecek!"

Fenrin, bu sözlerin ardından siper bölgelerine doğru hızla yöneldi. Xal'norûn'ların geçiş alanlarına takviye gönderdi, mızraklıları yeniden dizdi, okçulara zehirli uçlu oklar dağıttı. Her bir birliğe seslendi, omuzlarına dokundu.

Kumun üzerinde koşuşturan askerlerin ayak sesleri, sanki toprağın kalbini uyandırıyordu. Yaratık eğitmenleri, Shael'takar'ları zırhlıyor; hayvanlar, ölüm sessizliğinde hırıltılarla hazır bekliyordu. Gökyüzünde vadiye özgü kara çaylaklar dönmeye başlamıştı — sanki savaşın habercisi gibi.

Liraz, kampın merkezinde dikilirken son kontrollerini yapıyordu. Kumdan yapılmış siperler sağlamlaştırıldı, vadinin dar geçitlerine büyülü sis tuzakları yerleştirildi. Patlamaya hazır kristaller, savunma hattının gerisindeki çukurlara gömüldü.

Gece çökmeye başlamıştı. Gökyüzü koyu turuncu bir renge bürünürken, vadinin üzerine garip bir sessizlik çöktü. Sanki doğa bile savaşın nefesini tutmuştu.

Liraz, gözlerini kapatıp o sessizliği dinledi.

Kumun altında bekleyen Xal'norûn'ların kıpırtısı...

Uzaktaki uğultu...

Ay doğmadan hemen önceki o kısa, sinsi duraksama...

"Bu gece bir şey olmayacak," dedi Fenrin sessizce. "Ama yarın... sabahın ilk ışığıyla başlayacaklar."

Liraz başını salladı.

"Hazırız," dedi. Sesi sakindi ama içinde bastırılmış bir öfke taşıyordu. "Onlara göstereceğiz... Morrivar hâlâ nefes alıyor."

Ve Sapharyn Vadisi, gecenin karanlığında beklemeye başladı.

Bir fırtınadan hemen önce gelen o uğursuz sessizlikte...

Sapharyn, kana doyacağı günü bekliyordu.

 

YN:

Morrivar: Kara Elfler. İnsanlar Kara Elf olarak hitap etse de, Kara Elflerin kendi dillerinde ki isimleri Morrivar'dır.

Xal'norûn: Kum Yılanı. Çöller de yaşarlar. Morrivar dilin Xal'norûn olarak isimlendirilir.

Shael'takar: Çöl Kurdu. Çöl de yaşayan yırtıcı dört ayaklı kurt benzeri yaratık.

Thal'varin: Morrivar dilinde, savaş zamanı tüm orduların komutanı, başkomutan, mareşal anlamına gelen unvan.

Tharn'el/Tharn'ai: Morrivarların liderlerine verdikleri ünvan. Şef/Kral olarak düşünülebilir. El eki kadın liderlere, ai eki ise erkek liderler için kullanılır.

 

More Chapters