Cherreads

Chapter 1 - -1-

"Gelecek dönem itibariyle, Lichterialı öğrenciler bu köklü ve değerli kurumumuz olan Belmare Elysium Üniversitesinde okumaya başlayacaklar ve kıymetli Elysium öğrencilerimiz eğitim hayatlarını müttefiklerimizle birlikte sürdürmeye devam edecekler."

Bu sözler, dönemin son gününde rektörümüz tarafından söylendi. "Yansıma Odası" adı verilen konferans salonunda toplanmıştık ve burada bulunmamız beklenmedikti çünkü burası yalnızca mezuniyet, oryantasyon ve konser gibi etkinlikler içindi. Lise hayatımda birçok kez bu tarz dönem sonu kapanış konuşmaları yapılmıştı ancak bu, üniversite için biraz tuhaf kaçıyordu. Zaten herkes kapanış konuşmasını duyunca şaşırmıştı, ancak geçen sene bitmiş olan savaş hakkında olabileceği düşünüldü ve çok da üzerine yorum yapılmadı.

Tüm öğrenciler ve öğretim üyeleri şok olmuştu, dekanlar ve rektör yardımcıları hariç. Onlar büyük ihtimalle bu konuda bilgilendirilmişlerdi.

Hiçbir şeyden haberi olmayan bizler elbette şok geçirmekte haklıydık çünkü Lichteria bizim müttefikimiz falan değildi, aksine düşmanımızdı ve hala bir soğuk savaş içerisindeydik.

"Şaka mı?"

"Bunu kabul etmemizi beklemiyorlar değil mi? Lichteria bizim düşmanımız!"

"Saygıdeğer rektörümüz bizimle dalga geçiyor olmalı, ne müttefikliğinden bahsediyor?"

"Bu resmen vatana ihanet!"

"Belmare Belmarlılarındır, Lichterialıların değil! Ne saçmalıyor bu?"

"Bunamış kişileri başımıza rektör diye getiriyorlar sonra böyle saçma sapan konuşmalara maruz kalıyoruz."

"Şş, sussana, atmasınlar bizi okuldan!"

"Lichteria katildir!"

"Kes sesini, Lichteria ajanı!"

"Şerefsiz!"

İnsanların söyledikleri gittikçe kötüleşiyordu ve rektör tek kelime bile etmiyordu. Büyük ihtimalle susmalarını bekledi ancak kimsenin susmaya niyeti yoktu. En son susturmak için bağırdı.

"Sessizlik! Bu konuda çoktan karar verildi. Savaşı kaybetmemiz bir yana, ne yazık ki üniversitemiz birçok kıymetli ve yetenekli öğrencisini kaybetti. Onların sıkı çalışmasını ve fedakarlıklarını boşa çıkarmamak adına kurumumuz gücünü korumalı. Bu da ancak Lichterialılarla güçlü ilişkiler kurmakla mümkündür. Lichteria Feloria Üniversitesi ile bir değişim programı yapmaya karar verdik. Saygıdeğer kurucumuz X da dediği gibi, eğer düşmanını yenmek istiyorsan ya onları öldürmen gerekir ya da dost olman gerekir."

Bu sözler üzerine kalabalıktan biri bağırdı:

"Katiller katledilmeyi hak ederler, dostluğumuzu değil!"

"Lichterialılara ölüm!"

"Belmarlıların dostu Belmarlılardır, başkası değil!"

"Belmare'ı terk edip hiçbir yere gitmiyoruz!"

"Öğrencilerimiz için intikam istiyoruz, dostluk değil!"

"Düşman ülkeye giden vatan hainidir."

Rektör tüm söylenenleri duymazdan geldi ve ekledi: "Başvurular hafta sonundan sonra başlayacaktır. Katılım sağlayanlar ödüllendirilecektir. Ödüller hakkında öğrenci işlerinden bilgi alabilirsiniz."

İnsanlar ödülü duyunca daha da delirdi.

"Bir de ödül mü veriyorlarmış?"

"Aslında fena bir fikir değilmiş."

"Ne diyorsun sen be?"

"Hainliğe zorlanıyoruz resmen."

Tüm bu kargaşayı olduğum yerde kalıp izliyordum. Bazı kişiler farklı düşünüyor, bu uygulamanın iki ülkeye de barış getirebileceğini savunuyorlardı. Barış isteyenlerle aynı fikirde olmayan kesimse onlara saldırmaya başlamıştı.

Herkes kontrolden çıkmış, kimi güçleriyle kimi silahlarıyla saldırıya geçmişti ve çok geçmeden tüm zemin kanla kaplanmıştı.

Rektör bağırıyordu, durmalarını söylüyordu ancak hiçbir işe yaramıyordu. Bazı öğretim üyeleri müdahale ettiler, ancak çıldırmış haldeki insanları durdurmak için onların da özel güç ve silah kullanmaları gerekiyordu, bu yüzden ortalık daha da karıştı.

Kaçmam ve kendimi kurtarmam gerekiyordu, ölmek istemiyordum. Çıkışa doğru olabildiğince hızlı koştum, fakat tam o anda sırtımda bir acı hissettim.

Acı o kadar güçlüydü ki daha fazla ayakta duramadım ve yere yığıldım. Daha sonrasında arkamdaki acının sebebinin bana atılan elektronik bir ok olduğunu anladım, büyük ihtimalle biri başkasını vurmayı hedefliyordu ancak ok bana denk geldi.

Sırtımın kanadığını hissettim ve okun elektroşok etkisi bayılmama sebep oldu.

"Marin... Marin, canım kızım beni duyabiliyor musun? Marin?"

Şefkatli ve tatlı bir ses duydum, sesi anneminkine benziyordu.

Ya rüya görüyordum, ya da ölmüştüm. Annemin burada olmasına imkan yoktu, fakat gözlerimi açtığımda gördüğüm kişi annemden başkası değildi. Çok şaşırmıştım, ancak garip bir şekilde sakindim de.

"Anne, bu sen misin?"

"Ah, şükürler olsun! Sonunda... sonunda seninle iletişim kurabildim!"

"... iletişim mi?"

Olayları hala kavrayamamışken önceden sorduğum sorunun yanıtını verdi.

"B-ben gerçeğim, inan bana canım, açıklaması zor ama gerçeğim!"

Etrafıma baktım, karanlıktı. Acaba o kargaşa sırasında ölmüştüm ve şu an öbür dünyada mıydım?

"Anne, ben öldüm mü? Burası... öbür dünya mı?"

Annem kahkaha attı, bu kahkaha hem sözlerimin komiğine gittiğini hem de acı verdiğini hissettirdi.

"Daha ölmek için çok genç değil misin güzel kızım? Yaşıyorsun, rüya aracılığıyla seninle iletişim kuruyorum. Bayılmış ya da uyuyor olmalısın. Yaşamla olan bağını hala hissedebiliyorum."

Birden annemin sözleri farkına varmamı sağladı, karşımdaki gerçekten de annemdi ve benimle o yumuşak, şefkatli ses tonuyla konuşuyordu. Ağlamaya başladım ve o sırada aklıma ne geliyorsa söyledim.

"Hayır... sen gerçek değilsin! Olamayacağını biliyorum, bu sadece benim bilinçaltım ve sen de bu aptal rüyamın bir parçasısın!"

Gördüklerimin rüya olduğundan çok emindim, çünkü ölmüş biriyle iletişim kurulamayacağını düşünüyordum.

Birden annemin üzüldüğünü hissettim, bana acı acı gülümsedi ve yüzünü eğdi.

"Aptal rüyanın bir parçası mıyım... demek öyle."

Hala ağlıyordum, onun gerçek olmasını ne kadar çok isterdim! Onu o kadar çok özlüyordum ki, bilinçaltımın rüyama yansıdığını düşünmem çok doğaldı.

Birden elleriyle gözyaşlarımı sildi, elleri beklenmedik bir şekilde yumuşacıktı.

Annem bir askerdi, bu yüzden elleri hep kabuk bağlamış yaralarla kaplıydı ve oldukça sertti.

"Abilerinle ve babanla iletişim kurmaya çalıştım, ancak başaramadım. Sende işe yaradığına çok sevindim. Lütfen ağlama canım, güçlü ol ve beni dinle, sana çok önemli bir şey söylemem gerekiyor."

Onu dinliyordum ama ağlamamı durduramadım.

"Canım, lütfen dinle, bunu söylemem lazım. Belmare ve Lichteria arasındaki savaşın hiçbir anlamı yok çünkü "gizli mavi" aslında..."

Annem sözlerimi tamamlayamadı, bu yüzden devamında ne söylemek istediğini anlayamadım.

Bir süre sonra gözümü hastanede açtım ve fark ettim ki üniversite hastanesindeyim.

Sola doğru baktım, yanımda bir hemşire vardı ve serumla uğraşıyordu. Sanırım bana serum takmıştı ve ben daha kalkmadan odadan ayrılmıştı.

Hemşire odadan çıktığında, biraz ötede sandalyede oturan bir kız gördüm. Toz pembe saçları ve parlak, yeşil gözleri vardı. Uyandığımı hemen fark etti ve kalkıp koşarak yanıma geldi.

"Ay, iyi misin?"

Oldukça endişeli ve aynı zamanda sakin görünüyordu.

Sonunda yorgun ve kafam karışmış bir şekilde, mırıldanarak sordum.

"Afedersiniz... siz kimsiniz?"

Suçlu suçlu gülümsedi.

"Boş ver şimdi kim olduğumu, iyi misin?"

Başımı "evet" anlamında salladım. Ardından anlatmaya başladı:

"Sana ok atan bendim, özür dilerim. Bilerek yapmadım."

"?"

"Aslında arkandaki kızı vurmak istemiştim. Bu elektro-yay da ona ait aslında."

O kadar rahat söylemişti ki, şaşırıp kalmıştım.

"Ne?"

Arkama baktım, yan tarafımda kıvırcık mor saçları olan bir kız korkudan titriyordu.

"Ö-özür dilerim… b-ben o yayı… taşımasaydım… sen…"

Kız sözlerini tamamlayamadı ve ağlamaya başladı.

"Ay dur bir, ağlama!" Pembe saçlı kız bu sefer onun yanına gitti.

"Salak mısın sen? Burada özür dilemesi gereken benim! Sizi vuran bendim. Barış istiyorum deyince kafam attı işte, benim mallığım."

Şok olmuş bir şekilde yattığım yerden onları izliyordum. Ne tepki vereceğimi dahi bilmiyordum. Yanımda bulunan iki kişi vardı; biri beni vurmuştu, diğeri ise vurulduğum yayın sahibiydi.

Garip bir şekilde korkmuyordum da. Gördüğüm rüyanın etkisi de vardı bir yandan. Acaba annem gerçek miydi? Gerçekten de onun ruhu benimle iletişim mi kurmuştu? Rüyam devam etse ne diyecekti?

Pembe saçlı kız konuşmaya devam ediyordu.

"Bak o Lichteryalı ucubelerden barış falan gelmez. Ben sadece sana ebedi düşmanımızla barışmaya kalkışsak ne olur onu uygulamalı gösterdim. Belki de daha beteri olur, anladın mı?"

Dediklerine katılıyordum, ancak bu o zavallı kızı vurması için bahane olamazdı.

"Saçmalamasana! Doğru düzgün özür dile şu kızdan."

Şaşırmış bir şekilde bana baktı.

"Ölebilirdik, farkında mısın? Hala üstten mi çıkmaya çalışıyorsun?"

"Üstten çıktığım falan yok! Deminden beri ne kadar pişman olduğumu anlatmaya çalışıyorum."

Sırıttım.

"Beceremiyorsun da."

"Hayır, sakin olun! Oklarım kimseyi öldürmezdi. Onların çalışma sistemi farklı."

Birden ikimiz de kıvırcık saçlı kıza doğru baktık.

"Bu yay bayıltmak için kullanılıyor. Okları kanamaya ve kısa süreli acıya sebep olsa da asla birini öldürecek kadar derine gitmezler. Atılan ok hedefe yaklaştıkça yavaşlar."

Pembe saçlı kız şöyle bir düşündü ve konuştu.

"Haklı, ben ok atınca ikiniz de bayıldınız. Ama benim hedefim bu balık suratlı kız değildi ki!"

Balık surat mı? Ne salakça bir yakıştırma bu!

Hemen kalkıp yatağımda doğruldum.

"Ne?"

"Herhangi bir insan veya hayvan okların hedefi olabilir. Hayvan hücresine sahip olması yeterli, oklar bu şekilde tasarlandı."

"Sanki bu yayı sen tasarlamışsın gibi konuşuyorsun."

"Aslında şey-"

Onlar bambaşka bir konu konuşuyordu, ama benim aklım hala bana "balık surat" demesindeydi.

"Bir baksana bana, benim nerem balık gibi gözüküyor?"

"Suratın."

Hiç düşünmeden dümdüz yanıt verdi.

"Yaa, saçmalamasana! Nereden uydurdun şu lakabı?"

Gözlerini kısarak bana baktı.

"Bilemedim şimdi yaa, gözlüğüm kırıldığı için göremiyorum ama daha öncesinde suratın balık gibi gözüktü. Yanaklarını şişirince Japon balığı gibiydin."

Tam o anda ailemi hatırladım: abilerimi ve babamı!

"Ailem!"

Derhal yataktan kalktım, serum iğnesini çıkardım ve telaşla etrafıma bakmaya başladım.

"Nerede bu?"

Onu başkasının telefonundan da arayamazdım, çünkü numaraları ezberimde değildi.

Odanın her bir köşesine bakarken, kıvırcık saçlı kız sordu.

"Ne arıyorsun?"

"Telefonumu. Ailemi aramam gerek, acil!"

Pembe saçlı kız telaşlandı.

"Hey, özür dilerim, bunu kendi aramızda halledebiliriz, lütfen aileni dahil etme, yalvarırı-"

"Mesele o değil! Ailem kampüsteydi!"

More Chapters