Cherreads

Chapter 5 - -5-

Sabah dersim yoktu, ben de olabildiğince bu kasvetli evden çıkmak için can atıyordum.

Aşağıya indiğimde sadece Max vardı, Martin ve babam çoktan gitmiş görünüyordu.

Max mutfağın masasında oturuyordu, önünde bilgisayar vardı. Benim geldiğimi fark edince gözünü bilgisayardan bile ayırmadan "Günaydın." dedi

En azından bu da bir şeydi, sanırım?

"Günaydın." diye karşılık verdim.

Tezgahın üzerinde bir paket vardı, içinde dolgulu kruvasanlar vardı.

"Bunları sen mi aldın?"

"Evet."

"Alabilir miyim?"

"Al."

Muhtemelen meşguldür diye, her zamanki gibi, sesimi çıkarmadan bir tane aldım ve dışarı çıktım. En azından otobüste karnımı tok tutardı.

Yeni ders programımda öğleden sonra ikişer saat iki farklı dersim bulunuyordu. Ben de otobüsle yakınlardaki bir kafeye gidip soğuk kahve içmeye karar verdim. O sırada da biraz telefona baktım.

Okulun bir itiraf sayfası vardı, bu sayfada insanlar anonim olarak yorum atarlardı ve bu yorumlar genelde aşk veya dedikodu içerikli olurdu. Hem hocalar hem de öğrenciler bu sayfayı ilgiyle takip ediyordu, ben de bir ara açıp gülerim diye takibe almıştım.

Biraz kaydırırken gönderilerden birine rastladım: "Daha ilk günün sabahı hem tasarım fakültesinin hem de edebiyat fakültesinin otomatlarındaki tüm çikolatalı krakerleri bitiren doyumsuz herif, umarım hiçbiri boğazından geçmez."

Birden gülmeye başladım: "Kim bu yaa?"

Yorumları açtım ve okumaya başladım:

"İnsanların otomattan kraker alıyor olması neden size batıyor?"

"Bu ne sinir kardeşim, papatya çayı tavsiye ederim."

"Her beğeni doyumsuz herife bir çikolatalı kraker."

"Az önce görevli abi doldurdu otomatı, cüzdanımı almak için sınıfa gittim. Geldiğimde yine biri sömürüyordu krakerleri. Dik dik baktığımı fark edince 'ister misin' diye sordu."

Yorumları okudukça kahkaha atarken insanların bana baktığını fark ettim ve utanıp sustum.

Soğuk kahvemi bitirdikten sonra saate baktım, derse yavaş yavaş gitsem iyi olurdu.

Yerimden kalktım ve taksi çağırdım. Bir yandan da yeniden inşa edilen şehre baktım. Savaştan dolayı şehrimiz Elysium oldukça büyük bir darbe almıştı.

O dönemde tüm ulaşım, otobüsler, trenler, havaalanları kısıtlanmıştı. Bu yüzden hiçbirimiz kendimizi kurtarabilmek için başka şehirlere gidemedik. Bazıları kaçak olarak büyük arabalarla veya gemilerle şehir dışına ya da ülke dışına kaçmayı başarmıştı, ancak sonradan bir kısmının yolculuk sırasında hayatını kaybettiğini öğrendik.

Şimdi ise hem otobüsler hem metrolar hem de trenler eskisi gibi iş yapıyor, yeni demir yolları inşa ediliyor ve havaalanları yüksek güvenlikle iş yapıyorlardı. Taksiler de arttırılmıştı, üstelik uygun bir fiyata yolculuk yapabiliyorduk.

Sıcak savaş biteli yalnızca bir buçuk sene oldu, yine de iyi toparlandık, diye düşündüm.

Taksi geldiğinde binip doğruca okula gittim.

Geldiğimde okuldaki hava oldukça gergindi. Belli ki Lichteryalı öğrenciler gelmişlerdi, herkes ya birbirleriyle kavga ediyordu ya da ölüm sessizliğinde birbirlerine öldürücü ve yargılayıcı bakışlar atıp geçip gidiyorlardı. Neyse ki bu sefer büyük bir çatışma yoktu ama her an çıkabilecek gibi de duruyordu.

Bir yandan da Feloria Üniversitesine kaç kişinin gittiğini ve orada neler olduğunu merak ediyordum.

Çatışmalara gelince, artık alışmıştım. Belli ki bir süre daha bu çatışmaları yaşayacaktık, özellikle de Lichteryalı öğrencilerin gelmesiyle. Ben de kızgındım çünkü kaldığım yurttan beni çıkarmışlardı ve o hiç görmek istemediğim dağınık ev halkı portresine katlanmak zorundaydım.

Yine de kimseyle kavga etmek istemiyordum, kavga edip birbirini öldürmek isteyen insanlardan gına gelmişti. Artık görmek istediğim barış içinde yaşayan, mutlu bir halktı.

Ben de hiç karışmadan fakülteme doğru ilerledim. O sırada girişteki otomatta bir kalabalığın olduğunu gördüm.

Otomatta zaman zaman sıra olurdu ama ilk defa bu kadar kalabalıktı.

Doğru ya, o çocuk tasarım fakültesinden de alıyordu krakerleri. İnsanlar sırf kim olduğunu görmek için toplanmış olmalı, diye düşündüm.

Yine hiç karışmadan dersimin olduğu sınıfa gittim. Birkaç yeni transfer öğrenci vardı, pek yaklaşmadan uzakta bir yere oturdum.

Derslerim bittikten sonra eve geldim. Hava kararmak üzereydi. Anahtarla içeri girdiğimde ev yine her zamanki gibi sessizdi, ama güzel bir koku vardı. Sanırım Max yine yemek yapmıştı.

Bize yemek yapmak gibi bir görevi üstlenip aynı zamanda ilgisizmiş gibi davranmasını anlamıyorum ki, diye düşündüm.

Evde bir tek babam vardı. Yine bahçede depresif bir şekilde viski içiyordu.

Ah, ne özlemişim (!) dedim içimden

Bahçeye doğru yaklaşırken ona seslendim.

"Merhaba, baba!"

Ses çıkmadı.

"Baba!"

Yine ses yok.

Bahçeye çıktım ve yanına çömeldim: "Baba!"

Gözleri sanki hayatı bitmişçesine önüne doğru bakıyordu.

Biraz oflayıp pofladım. Konuşacak gibi durmuyordu. Yine de ben konuşmaya devam ettim.

"O gün hastanede benimle uzun zaman sonra iletişim kurmuştun. Neden şu an susuyorsun?"

Babam tepki vermeyince sinirle güldüm:

"Gerçi yalnızca iyi olup olmadığımı sormuştun. Ama o bile yetti, biliyor musun?"

Yerden yavaşça kalktım, içeri girecekken son bir şey söyledim:

"Senin için her şeyi yaptım, baba. Sen de biraz çabalamalısın."

Ardından içeri geçtim, Max'in yaptığı yemeği ısıtıp yedim. Bir yandan da bilgisayardan okulun kulüplerine bakıyordum.

Artık yeni bir ortama girmek istiyorum ama çatışmalar oralarda da olur diye korkuyorum.

Artık savaş ya da kaosla ilgili hiçbir şey görmek istemediğimden tüm siyasi ve tartışma ortamı olan kulüpleri geçtim.

En sonunda doğa sporları, resim ve sinema gibi kulüplere üye oldum.

Yemeğimi bitirmiş, tabağımı mutfağa götürmüşken anahtar sesi duyuldu.

Martin gelmişti.

"Merhaba, abi."

"Merhaba."

Pek ayakta duramıyordu, belli ki içmişti.

Yavaşça ona yaklaştım. Tam düşecekti ki onu tuttum. Yavaşça omzuna kafasını koydu.

Bunu annemin ölümünden beri yapıyordu, yani onu defalarca alkollü görmüştüm.

"Öff, abi, yine dana gibi içmişsin!"

Gerçekten öyle bir alkol kokuyordu ki.

"Unutamıyorum, Marin!"

"Neyi unutacaksın? İçkiyle mi unutacaksın? Yeter artık, nefret ediyorum bu halinden."

"Annemiz… artık yok. Kabul edemiyorum."

Hâlâ omzumda yatıyordu. Bu sözleri beni artık etkilemiyordu. Yine de bir iç çektikten sonra soğukkanlı bir şekilde yanıtladım.

"Onu bu şekilde geri getiremezsin. Seni böyle görse çok utanırdı."

"İşte... bu yüzden unutmak... istiyorum."

Zar zor konuşuyordu.

Birden o kadar delirdim ki omzumdan kaldırıp ona bir tokat attım.

"Ben de unutmak istiyorum! Seni, babamı, abimi, savaş zamanlarını, orada kaybettiğim arkadaşlarımı..."

Martin sarhoş haline rağmen beni dikkatlice dinliyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

"Sana güvenmiştim! Zor anlarımda tek sen vardın yanımda, şimdi neden babam ve abim gibi davranıyorsun? Hah, pardon, soru sorunca yanıtlamıyordunuz siz. Unutmuşum."

Bir süre sessizlik oldu. En sonunda konuştu.

"...ben neden onlar gibi davranıyorum?"

"Ben de sana soruyorum abi! Neden? Bari sen kendini toparla da beni yalnız bırakma artık!"

Bir süre yüzüne baktıktan sonra odama gitmek için merdivenlere doğru ilerliyordum ki bir yere yığılma sesi duydum.

Arkamı döndüğümde Martin yerde yatıyordu. Hemen koşup kendine getirmek istercesine yüzüne yavaşça vurdum.

"Abi, abi!"

O sırada başka bir anahtar açtı kapıyı. Bu sefer Max gelmişti.

"Abi, abim bayıldı!"

"Yine mi içti!?"

Max koşarak Martin'in kolunu omzuna attı. Ben de diğer kolunu kendi omzuma attım ve Martin'i birlikte taşımaya başladık.

Merdivenlerdeyken Martin sayıklıyordu. Zar zor odasına çıkarıp yatağına yatırdık. Max üstünü örttü.

Max'in, alkolün yan etkilerini azaltan bir ilacı vardı, onu getirdi.

"Bu böyle süremez. Gittikçe bağımlı oluyor. Bu ilaç geçici bir çözüm, tedavi olması lazım."

Max sanki kendi kendine çözüm arıyor gibi konuşuyordu. Bense sesimi çıkartmıyor, yalnızca uyuyan Martin'i izliyordum.

"Teşekkür ederim Marin, geri kalanını ben hallederim."

Gitmemi söylüyordu ama ben gitmedim.

"Ben yokken de böyle miydi?"

Max bir şey söylemeyince sinirlendim.

"Anladım, bu evde kimse konuşmayı bilmiyor zaten. İyi geceler."

Tam kapıdan çıkacakken konuştu: "Özür dilerim."

Şaşırdım ve tam kapının girişinde duraksayıp Martin'in yatağının başında duran Max'e baktım.

"Ne için?"

"...her şey için."

Yine bir sessizlik olduktan sonra yanıtladım.

"Dilemelisin. Ama önce sen de biraz çaba göstermelisin. Çünkü sürekli dilediğin özürlerden yoruldum."

Arkası dönük olduğundan yüzündeki ifadeyi göremiyordum.

"İyi geceler abi." deyip çıktım.

Odama giderken düşündüm:

Neden konuşmuyorlar? Bir şey mi saklıyorlar? Yoksa bu bir çeşit depresyon mu? Belki de kendi çaplarında beni bir şeyden korumak için kendilerini benden uzak tutup sessiz kalıyorlar. Her şekilde bu durumdan nefret ediyorum.

Kendimi odamın yatağına attım.

İletişim eksikliği... en nefret ettiğim şeydi.

More Chapters