POV: Marin
Konser öyle ya da böyle gerçekleşmişti ve Dora'nın yıldırımla ağacı düşürmesi sonucu oluşan kaza biraz da olsa unutulmuştu. Bugün de şenliğin üçüncü günüydü ancak hâlâ yatağımda yatıyor, okula gitmek istemiyordum. Mina benle arkadaşlığını sonlandırmış, Dora ise bugün gelemeyeceğine dair bir mesaj atmıştı:
Bugün şenliğe gelemeyeceğim. Korktuğum başıma geldi. Mina benle arkadaşlık etmek istemediğini söyledi, moralim çok bozuk. Ayrıca yaraladığım kişiyi ziyaret edeceğim. Beni affet.
Telefonu bir kenara fırlattım ve başımı ellerimin arasına alıp derin bir iç çektim.
"Oof, abi! Her şeyi mahvettin."
Martin'e kızgındım.
Beni yanlış zamanda savundu! Yanlış zamanda önemsedi!
"Arrgh, lanet olsun!" diyerek kafamı yastığa gömdüm.
Ama tam o sırada aklıma Sarp geldi.
Bana birden sarılıvermişti. Yanaklarımın yandığını hissettim.
O da bana karşı bir şeyler hissediyor olabilir mi, diye düşündüm.
Ama o öyle olmadığını iddia ediyordu. Belki de yalandı.
Sonra tekrardan Mina'nın bana sırtını dönmesi aklıma geldi ve yatakta tepinmeye başladım.
"Bu nasıl hayat, lanet olsun! Tam her şey düzene girdi derken bir şeyler bozuluyor, arrghh!"
Birden kapı açıldı ve içeri Max abim girdi.
"Marin, iyi misin?"
"Aptal Martin!"
"Yine ne yaptı?"
Sesimi çıkarmadım. Anlatacak halim yoktu.
Max sessizliği bozdu:
"Bugün şenliğe gitmiyor musun?"
"Hayır."
"Neden? Sıkıldın mı?"
"Gidecek arkadaşım yok."
Max bir süre sustu, sonra sordu:
"Benimle gelmek ister misin?"
Ne? Doğru mu duyuyordum?
Başımı yavaşça yastıktan kaldırdım: "Ne?"
"Bugün iş arkadaşlarımdan biriyle gitmeyi planlıyordum. Sen de gel, tanışırsın."
Bu beklenmedikti. Max'in arkadaş çevresinin çok olmadığını biliyordum, az ama öz arkadaşı vardı. İnsanlarla anlaşamadığından değil de daha çok bu şekilde tercih ettiğinden bu böyleydi. Etrafındaki insanları seçerdi.
Bir süre durdum sonra kabul etmeye karar verdim: "Tamam, gelirim."
"Yarım saate çıkalım, olur mu?"
"Hıhı."
Odamın kapısını kapatıp çıktı, ben de yatağımdan kalktım. Eh, gün başlıyordu.
...
Hazırlandıktan sonra Max ile okula geldik ve iş arkadaşını beklemeye başladık.
Bir süre sonra koyu tenli, kahverengi düz saçları ve gri gözleri olan; uzun boylu, güzel bir kız gözüktü.
"Kusura bakma, geciktim biraz." dedi. Kalın ama çekici bir sesi vardı.
"Sorun yok."
Ardından bana döndü: "Ah, bu kız kardeşin mi?"
"Evet."
"Merhaba, ben Marin." dedim elimi uzatarak.
Kız gülümsedi ve o da elini uzattı: "Sarah."
"Memnun oldum."
"Ben de."
İkimiz de tokalaştıktan sonra Sarah, Max'e döndü: "Maxim, ilk nereye gidelim?"
Max bir süre bakındıktan sonra cevap verdi.
"Çay standına gidelim."
Sarah, abime tüm ismiyle hitap ediyordu. İsmi Maxim'di ancak herkes Max derdi. Bu yüzden biraz garipsemiştim.
Bir yandan merak ediyordum, acaba çıkıyorlar mıydı?
Ama pek öyle bir yakınlık göremiyordum da, daha çok iş arkadaşlığı bazında bir mesafe vardı.
"Marin, sen ne diyorsun?" diye sordu Sarah.
"Ah, olur tabii."
Üçümüz de çay standına doğru ilerledik. Geldiğimizde şaşırdım, çünkü Lina'yla yeniden karşılaşmayı beklemiyordum.
Lina orada çay ikram etmekle görevli çocukla konuşuyordu.
"Kavunlu beyaz çay mı bu?"
"Evet."
"Severim."
Standta çeşit çeşit çaylar vardı ve Lina hepsini deniyordu.
"Lina!" diye seslendim. Lina bize doğru döndü.
"Ah, Marin!"
Elindeki çayla birlikte koşarak bana sarıldı.
"Dökeceksin." dedi arkamda duran Max.
Lina benden uzaklaştı ve Max'e ters ters baktı.
"Dökmem."
"Arkadaş mısınız?" diye sordu Sarah.
Lina, Max'in yanında duran Sarah'a baktı. Şaşırmış görünüyordu.
"Sayılır."
"Ben Sarah, Max'in iş arkadaşıyım. Memnun oldum." dedi elini uzatarak.
Lina tereddüt eder gibi oldu ama o da elini uzattı.
"Lina, ben de, memnun oldum."
"Nasılsın?" diye sordu Max, Lina'ya.
Lina, Max'e döndü: "İyi. Kardeşinle birlikte görmeyi beklemiyordum seni."
"Ne demeye çalışıyorsun?"
"Esas sen ne demeye çalışıyorsun? Bir şey ima etmiyorum. Sadece beklemiyordum görmeyi."
"Uğraşamayacağım."
Lina ve Max birden tartışmaya başlamışlardı. Ben de bu havayı dağıtmak için işe koyuldum.
"Lina, hangi çayı tavsiye edersin? Sen hepsini denedin mi?"
"Ah, henüz hepsini denemedim. Ben de yeni gelmiştim. Ama elma çayı güzeldi, tavsiye ederim."
Görevlilerden biri bana elma çayı uzattı ve içtim. Gerçekten de güzeldi.
Sarah ve Max de birer tane içti.
O sırada Lina yanıma gelip kulağıma fısıldadı: "Bu ikisi çıkıyor mu?"
"Henüz ben de bilmiyorum ama sanmıyorum."
"Yanında bir kız görmek çok olağandışı."
"Haklısın, ben de şaşırdım. Bir kız ve bir erkeğin arkadaş olacağına inanıyorum ama konu Max olunca bilemiyorum."
"Ben de anlamıyorum onu. Martin ve seni anlamak o kadar karışık değil ama o... çok beklenmedik şeyler yapabiliyor." dedi Lina kendi kendine konuşurcasına.
"Ha? Ne gibi?"
"Doğum günümde bana hediye olarak oyuncak ayı yollamış."
Birden içtiğim çayı püskürttüm.
"Öhö..öhö...ne?"
Beni gören Sarah ve Max yanıma geldiler.
"Marin, iyi misin?" diye sordu Sarah.
"Boğazına mı kaçtı?" dedi Max.
"Öhö... iyiyim. Merak etmeyin."
Kafam karışmıştı. Max ve Lina yalnızca Martin aracılığıyla tanışıyorlardı ve fazla bir samimiyetleri yoktu. Bir araya geldiklerinde ya birbirlerine garip bir şekilde bakarlardı ya da küçük atışmalar yaşanırdı.
Martin'in hediye almasını anlardım, ama Max?
Yoksa...
Birden tüm şema gözümde belirdi. Aslında Max, Lina'nın kültürüyle ilgilenirdi. Sürekli Çin yemeği yapmayı dener, Lina ne zaman gelse kaçamak bir şekilde ona bakardı. Bu bakışları hiçbir zaman romantik anlamda yorumlamamıştım.
"Marin, ne oldu, daha iyi misin?" diye sordu Max ve düşüncelerimi bölmüş oldu. Hepsi oldukça telaşlanmış görünüyordu.
"Evet, sadece boğazıma kaçmıştı. Sorun yok."
Elbette sadece tahmin ediyordum ancak Max'in Lina'ya karşı hislerinin olma ihtimali birçok şeyi açıklıyordu.
...
Öğlen olmuştu ve yemekte Max ve Sarah yemeklerini bitirmiş, sohbet edip duruyorlardı.
Benimse aklım hâlâ Mina ve Dora'daydı. Yemeğimle oynayıp duruyordum.
Max'in dikkatini çekmiş olacak ki sordu: "Marin, aklında bir şey mi var? Neden yemeğini yemiyorsun?"
"Ah, seni dışladık mı? Eğer öyleyse üzgünüm." dedi Sarah.
"Hayır, hayır, benim için endişelenmeyin. Canımı sıkan birkaç olay oldu ama geçer elbet."
"Paylaşmak ister misin?" diye sordu Sarah.
"Şey... Açıkçası pek konuşasım yok bu konuda, ama teşekkür ederim."
"Ne demek, her zaman."
Tam o sırada telefonuma bir mesaj geldi.
"Ah, baksam sorun olur mu?"
"Hayır tabii ki, keyfine bak."
Mesajı açtım, mesaj Sarp'tandı.
Nasılsın?
Benim için endişelenmişti sanırım.
Hemen mesaj yazdım.
İdare eder. Dora ile de arkadaşlığını kesmiş Mina. Onun da morali bozuk olduğundan gelemeyeceğini söyledi. Bir de hastanede yaraladığı kişiyi ziyaret edecekmiş.
Bir mesaj daha geldi.
Mina niye yapıyor bunu? Neyse sorun konuşun, çözün.
Ben mesajlaşırken göz ucuyla Max'e baktım. Benim için endişelenmiş gözüküyordu ve bana bakıyordu.
Tabii Sarp onlarla aramızda geçenleri bilmiyordu. Ama kimseye hiçbir şey anlatacak halim yoktu.
Sarp'a sadece kısa bir mesaj attım.
Haklısın.
Ardından bir mesaj daha geldi ondan.
Şu an şenlikteyim ve Mina tam karşımda duruyor. Gidip onunla konuşabilirim ve bir şekilde sizi bir araya getirebilirim.
Hemen yazdım.
Neredesiniz? Geleceğim.
Çok geçmeden cevap geldi.
Kütüphane binasının tam yanındaki alanda Lirithyn* dansı yapılıyor şu an, orada dansı izliyor. Senin için onu Can ile oyalayacağız. (*Litharius baharı getirdiği için yapılan dini bir teşekkür dansı)
İçimden "Güzel, onu yakalayacağım!" dedim.
Sarah ve Max'e döndüm: "Ben yemeğimi yemeyeceğim, doydum. Lirithyn dansı başlamış, gidelim mi?"
"Doyduğundan emin misin? Çok bir şey yemedin." dedi Max.
"Evet, standta yediğimiz diğer şeyler beni çok doyurmuş. Dansı izlemek istiyorum."
"Hadi gidelim o zaman." dedi Sarah ve hepimiz yerimizden kalkıp dansı izlemeye gittik.
Lirithyn dansının yapıldığı yere geldiğimizde kızlı erkekli bir grubun geleneksel giysilerle dans ettiğini gördük. Dansçılar önce bireysel olarak dans ediyor, çiçek açarmış gibi kendi etraflarında zarif bir şekilde dönüyorlar ve bir noktada partnerlerini bulup birlikte dans etmeye başlıyorlardı.
Bir yandan da gözlerim Mina'yı arıyordu.
Max ve Sarah'a "Bir arkadaşıma selam verip geleceğim." dedim ve Max daha "Bekle-" diyerek cümlesini bitirmeden kalabalığın içine karıştım, arkadaşlarımı aramaya başladım.
En sonunda Mina'yı buldum. Sarp ve Can ile gergin bir konuşma yapıyor gibi gözüküyordu.
Sarp beni gördü ve başıyla "Gel." anlamında bir jest yaptı. Ben çaktırmadan Mina'nın yanına geldim.
"Şimdi anladınız mı neden böyle davrandığımı? Ben onlar için tehlikeliyim." diyordu onlara Mina.
"Kaç kez demeliyim o günün olağanüstü olduğundan? Normal halinle yapar mıydın öyle bir şey?" dedim henüz arkası dönükken.
Mina sesimi duyar duymaz bana döndü. Şaşırmış görünüyordu ama daha sonrasında Can ve Sarp'a bakıp durumu anladı.
"Bilerek yaptınız değil mi? Konuşmamız için... Benim adıma karar verilmesinden nefret ederim, biliyor musunuz?"
"Ben de nefret ederim, kim dedi arkadaşlığımızı sonlandır diye?" dedim.
"Sen sus! Ben istemiyorum, tamam mı?"
"Hah, şu triplere bakar mısın, yüce Kirelle!"
Mina ile tartışmaya başlamıştık. Birden Can arkasına bakıp "Hah, Dora da geldi."
"Sarp, beni niye tehdit ediyorsun!?" diye bağırdı sinirle Dora.
"Tanrım, Dora'yı da çağırmışlar. Siz cidden kaçıksınız." diye söylendi Mina.
"Ne tehditi?" diye sordu Can.
Dora telefonunu açıp Sarp ile mesajlaşmalarını gösterdi: "Eğer tam şu anda gelmezsem tüm okula yıldırımı benim çıkardığımı söylermiş."
Hepimiz mesajları oluduk.
"Sen çabuk gel diye yaptım onu."
Dora hem sinirden hem de gerginlikten titriyordu.
"Mina, artık konuşalım mı? Bu mesele çok uzadı." dedim.
Dora beni destekledi: "Bence de, bu sorunu hallettiğimizi sanıyordum. Neden tekrardan başa döndük?"
O sırada Sarp araya girdi.
"İlk başta neler olduğunu anlamadık ama sonrasında az çok tahmin edebildik. Biraz uzaktayız, sizi izliyor olacağız. Aranızdaki sorunu halledin ve ardından yanımıza gelin." dedi ve Can ile birlikte uzaklaştılar.
Ben, Mina ve Dora kalabalığın ortasında kalakaldık.
Mina üzgün bir şekilde başını eğmiş, yerlere bakıyordu.
"Geri zekalı! Çatışma sırasında mantık mı arıyorsun? Herkes birbirine saldırıyordu orada. Normal şeyler yaşadığımızı falan mı sanıyorsun? Şu anki bahar şenliği bile bizim için ne kadar özel farkındasın, değil mi?" diye bağırmaya başladım Mina'ya.
Dora benden güç aldı ve o da bağırmaya başladı: "Bizim fikrimizi almadan neden kendi kafana göre kararlar veriyorsun? Dün senin desteğine ihtiyacım vardı ama sen bana 'arkadaş olmayalım' diye mesaj attın. Bu mu senin destek anlayışın?"
Mina şaşırmış görünüyordu. Onun gözlerine direkt baktığımda göz altlarının sürdüğü kapatıcıya rağmen kıpkırmızı olduğunu görebildim. Çok ağlamış olmalıydı.
"Çatışma, savaş, ya da her neyse... Şiddet bu şekilde aklanabilir mi?"
Mina'nın sesi titriyordu. Normalde bize bağırıp çağırmasını ve birer aptal olduğumuzu söylemesini bekliyordum ancak bugün beklenmedik şekilde duygusaldı.
"Mina, ben o gün ortalığı kızıştıracak şeyler söyledim. Ayrıca yanımda taşıdığım okun tehlikeli olmadığını bildiğimden sana pek de kızgın değildim. Aksine, bir Lichteryalıyla barışma isteğimi o gün dile getirmemeliydim. İlk başta Marin'den bu yüzden kaçtım çünkü olayı böyle şeyler söyleyerek başlatan bendim."
"Ama aynı zamanda o gün o oku taşıdığın için kötü hissettin, değil mi?" dedim yavaşça.
"Biraz. Ben vurulsam önemli değildi, ama o oku taşıdığımdan dolayı sen-"
Mina, Dora'nın lafını kesti: "Ne demek önemli değildi? Siz ikiniz de benim için çok önemlisiniz. İkinizi de vurduğum için çok üzgünüm. Keşke zamanı geriye alabilseydim-"
"Ama o zaman tanışamazdık." dedim.
"Belki, farklı koşullarda, daha iyi bir şekilde tanışırdık."
"O gün ailemle kavga etmiştim. Sayende benim için oldukça endişelendiler ve o kavga tamamen unutuldu." dedi Dora.
"Benim de umursamaz ailem beni ilk defa umursadı." diye ekledim ben de.
"Bir de bunun iyi tarafından mı bakıyorsunuz? Ne kadar aptalsınız!"
"İşte bunu duymayı bekliyordum." dedi Dora gülerek.
"Hiçbirimiz sağlıklı düşünemiyoruz, Mina. Yaşadıklarımız çok ağır. Bu savaşta bize zarar vermek isteyenleri tanıdığımızdan bunu istemeyenleri de az çok anlayabiliyoruz. Bize zarar vermek isteseydin bunu çoktan yapardın. Mesela o gün hastanede başımızda beklemezdin ya da bana telefonumu getirmezdin."
"Evet, doğru! Bazen olayları koşullara göre değerlendirmek gerekiyor. Başka zaman olsa bu affedilmeyecek bir şey olabilirdi ama o olay çok farklıydı. Ne ben ne de sen mantıklı düşünebildin." diye beni destekledi Dora.
"Aptallar!"
Mina ağlamaya başladı.
"Bu, benden kurtulmak için son şansınızdı. Mortana'nın dünyasında bile sizi rahat bırakmayacağım artık!"
Dora ile birbirimize bakıp gülümsedik.
"Rahat bırakmanı isteyen yok zaten." dedim ve Dora ile aynı anda Mina'ya sarıldık.
Mina bize sıkı sıkı sarıldı, bir yandan da ağlamaya devam etti. Biz de ona sıkı sıkı sarıldık ve sırtını okşadık.
Yüzüm, Sarp ve Can'a dönüktü. Bizi izliyorlardı. Can iki eliyle beğenme işareti yaptı. Sarp ise bizi izlerken uzaklara dalmış gibiydi. Birden bakışları benimkiyle buluştu ve buruk bir şekilde gülümsedi.
Neden böyleydi acaba? Ona bir şeyi mi hatırlattık?
Belki de Lichterya'da kendi arkadaşları vardı ve onları özlemişti.
Kim bilir... Herkesin bir hikayesi var.