POV: Martin
Annemin şehit olması tüm aileyi sarsmıştı. Bu haberi aldığımızdan beri ailemiz berbat haldeydi.
Annemi savaşın sonlarına doğru kaybettik. Savaş sonrasında savaşta şehit düşen herkes için bir tören düzenlenmişti. Marin durmadan ağlıyor, abim güçlü durmaya çalışıyor olsa da gözleri ağlamaktan kızarmış, babam ise boş bakışlarla töreni izliyordu.
Ben Marin'i sarılarak teselli etmeye çalışıyor, bir yandan da ağlıyordum.
Cenazeyi gerçekleştirmekle görevli eterna* dua etti. (*bu dünyada ölüleri son yolculuğuna uğrayan din adamlarına denir)
"Mortana onlara yol göstersin, kutsal dünyasında onlara da yer ayırsın."
Bu duadan sonra dördmüüz de büyükten küçüğe doğru sıralanıp sırayla elimizdeki incili gülleri mezarına bıraktık. O gün törendeki her şehit ailesi bunu yaptı.
Sıra Marin'e geldiğinde Marin kendini tutamadı ve mezarına sarıldı.
"Anne, bırakma bizi! Lütfen!"
Marin bağırıyordu. Max ona sarıldı.
"Onu koruyamadım, çok üzgünüm."
"Anneeee!"
İçimde hem bir yas duygusu vardı hem de olayları kavrayamama. Annem askerdi ve bu savaşta her an onu kaybedebileceğimizi biliyorduk, yine de bunu asla istemedik.
O günden beri onun yokluğunu hissetmediğim tek bir gün olmadı.
Ama bu duygu ailemizin kendi köşelerine çekilmesiyle daha da çok pekişti. İlk başta herkesin kendi yasını tuttuğunu sandım ve bunu normal karşıladım, ama bir noktada bu duruma dayanamadım.
Evimiz savaş bölgesinden ve şehirden uzaktaydı, bu yüzden savaş boyunca bize ve eve bir şey olmadı. Ancak Marin'le ben okulun eğitim kamplarında kaldık. Orası nispeten daha güvenliydi, çok yüksek güvenlik önlemleri alınmıştı.
Savaş bittiğinde Max ve babamın yaşadığı eve kardeşimle beraber geri döndük. Dönmemizden yaklaşık 2 hafta sonra, bir hafta sonu sabahı mutfakta, abimle bir tartışma yaşadık.
"Abi, neden benden kaçıyorsun?"
"...kaçmıyorum."
"Neden bu kadar tepkisizsin? Annemin yasını tutmanın anlıyorum ama birbirimize ihtiyacımız var. Marin'in sana ihtiyacı var. Yapma böyle."
"Buradayım işte."
"Sadece bedenen! Neden yalnızca kendi köşendesin? Sana bu zamana kadar acını yaşaman için süre tanıdım, ancak artık yeter! Hayatımıza devam etmemiz lazım."
"Hah..." dedi sinirli bir şekilde gülerek, patatesi kestiği bıçağı bıraktı ve bana sert bir yanıt verdi.
"Bu senin için bu kadar kolay mı Martin? Hayata tüm bunlar yaşanmamış gibi devam etmek... Gerçekten savaşın gerçek yüzünü tüm çıplaklığıyla savaş alanında gördün mü? Ben gördüm. Senden daha fazla şey gördüm."
Max sinirliydi ama onun sanki ben hiçbir şey yaşamamışım gibi beni küçümsemesi sinirlerimi daha çok bozdu.
"Benden daha fazla şey görmüşsen ne olmuş? Benim hiçbir şey yaşamadığım anlamına gelmiyor bu. Aptal mısın?"
"Sana daha fazla bir şey söylemeyeceğim. Git."
Max sustu ve kesme tahtasındaki patatesi doğramaya devam etti.
Bir yandan da tencerede yemek pişiyordu. Genelde hep böyle yapardı. Ev işleriyle ilgilenir, yemek yapar ama asla bizle iletişim kurmazdı.
"Seni anlamıyorum. Bizim için yemek yapıyorsun ve bizden uzak duruyorsun. Bu ne şimdi?"
Max sadece sustu, hiçbir şey söylemedi. Yalnızca kesme tahtasına değen bıçağın ve aspiratörün sesi duyuluyordu.
"İyi, gidiyorum. Ama şunu bil ki, Marin'i daha fazla üzmenize izin vermeyeceğim. Onun için her şeyi yapacağım ve yine eskisi gibi gülecek. Siz yanımızda olmasanız da Marin'le ben her şeyi geride bırakmaya hazırız. Size de tavsiye ederim."
Son sözümü söyleyip mutfağı öfkeyle terk ettim. Ellerim titriyor, öfkeden kuduruyordum.
Babamla iletişim kurmak mümkün değildi, abimin dediğine göre depresyondaymış ve tedaviyi reddediyormuş. Ne zaman babama bir şey sorsam ya kısa yanıtlar veriyor ya da boş bakışlarla karşıya bakıp susuyordu.
Abimle de sık sık tartışıyorduk. Garip davranıyordu ve beni kendinden uzaklaştırma sebebini asla anlayamadım.
Liseden en yakın iki arkadaşımı da savaş döneminde kaybetmiştim. Trenle şehirden kaçmaya çalıştıysalar da trenin kötü koşullarından dolayı orada can verdiklerini öğrendim.
Kalan tek yakın arkadaşım, Lina ise ailesini kaybetmişti ve onu en son ziyarete gittiğimde yataktan çıkmıyor, sadece ağlıyordu.
Annemi zaten kaybetmiştim.
Dolayısıyla hayatımda bana güçlü durmak için sebep veren tek kişiydi o: biricik kız kardeşim, Marin.
Hayatımdaki en değerli şey oluverdi. Birbirimize tutunduk. Onun sayesinde tekrar gülebildim.
Tam da sınav senesiydi, onun dil bilgisi dersine yardım ederdim.
"Off, yine mi virgül detayını kaçırmışım!"
"Öğreneceksin, sabret."
Bir yandan da ailemizi bir araya getirmek için birlikte savaşırdık. Her yolu denedik: bağırdık, kızdık, ağladık, düzgünce konuşmaya çalıştık, anlayışlı olmaya çalıştık ama ne abim garip davranışlarından vazgeçti ne de babam terapi için ikna oldu.
Hatta babam bir alışkanlık edindi: sürekli viski içmeye başladı. Her geçen gün miktarı daha da artmaya başladı. Dışarıya yürüyüşe çıktığı zamanlarda ellerinde poşetler dolusu viskiyle gelirdi.
Bir gün Marin'i odasında ağlarken buldum. Yatağın üstüne kıvrılmış, ağlıyordu.
Ona ne olduğunu sordum.
"Marin, iyi misin? Ne oldu?"
"Abi, olmuyor. Yapamıyoruz. Asla düzelmeyecekler. Max abim bugün beni görmezden geldi. Bir şey sordum, yanıt bile vermedi. Neden... neden bunu yapıyorlar? Daha ne kadar yas tutacaklar?"
Yavaşça yanına oturup başını okşadım.
"Ben de umudu kesmeye başladım. Babam her gün daha fazla viskiyle eve geliyor."
"Abi... ben de annemi özlüyorum. Hem de çok özlüyorum. O olsaydı ailemiz daha çabuk toparlanırdı. Sadece onlar yaşamıyor bu acıyı, bizle neden paylaşmıyorlar? Neden?"
İçimde bir şeyler kıpırdadı. Sanki uzun zamandır içimde tuttuğum, annemle ilgili baskıladığım şeyler gün yüzüne çıkmıştı. Her ne kadar Marin'den güç aldığımı düşünsem de onun için ayakta durmaya çalışmak bir noktada beni yoruyordu. Şikayetçi değildim, sadece onu korumaya ve tekrar güldürmeye o kadar odaklanmıştım ki doğru düzgün acımı yaşayamamıştım.
Ama onun tek güvenebileceği kişi bendim. Kimsesi yoktu. Bir abi olarak güçlü olmak zorundaydım.
Bir süre Marin ağladı, hiçbir şey söylemedim. Bir süre sonra onun sakinleşmesini beklerken yanına uzanıp uyuyakalmışım. Gecenin bir vakti fark ettim ve uyandım. Yorganı biraz daha üstüne doğru çektim ve biraz hava almak için aşağıya indim. İndiğimde babamı gördüm, yine bahçede oturmuş, soğuğa hiç aldırmadan viskisini içiyordu.
Normalde içkiyle aram pek yoktu ama o gün merak ettim, babam içince her şeyi unutuyor muydu? Acısı diniyor muydu?
Belki de ben de denemeliydim.
O gece dolaptan bir viski alıp bardağa doldurdum ve bir yudum aldım.
"Öff, çok acı!"
İlk başta içemeyeceğimi düşündüm ancak o gece bastırdığım duygular açığa çıktı.
"Güçlü olmalısın, artık ağlama. Kardeşin için güçlü olmalısın."
Kafamda dönen cümleler bunlardı.
Ama birden her şey aklıma geldi.
Savaş... gecenin bir vakti duyulan silah sesleri... yıkık dökük binalar... korku içinde eğitim kampında geçen o geceler... bazen uzaklardan duyduğum acı dolu çığlıklar... ailemin dağılması... ve annem...
Annem... Annem...
O gece aklıma gelen her şey için bir yudum içtim ve farkında olmadan tüm şişeyi bitirmişim. Kendimde değildim, sabaha karşı kendimi mutfak masasının kenarında yığılmış bir şekilde buldum. Boş şişeyi de o zaman fark ettim.
İşte o günden sonra her şey değişti: babam gibi içkiye sarıldım, evden kaçıp yeni restore edilen barlara gittim. Kızlarla takıldım; bazılarıyla yattım, bazılarıyla birkaç haftalık ilişkim oldu.
Ama kardeşimi ihmal etmeye, hatta ondan bile kaçmaya başladım. Benim ne abimden ne babamdan bir farkım vardı artık.
Marin bana çok kızıyor, sürekli ağlıyordu ve bunu neden yaptığımı soruyordu.
Ona verecek bir cevabım yoktu. Sadece her şeyden kaçmak istiyordum. Ondan bile... Onu üzgün görmeye dayanamıyordum ve onun için güçlü numarası yapmak da çok yormuştu beni.
Yine de vazgeçemedim ondan, bir noktadan sonra uzaktan da olsa birçok kez onu izlerken buldum kendimi.
Kaçtığım şeylerin içinde isteyerek buluyordum kendimi, bu nasıl bir çelişkiydi?
O gün sinema kulübünün etkinliğinde onu tesadüfen bulmadım, onu hiç umursamayan abime sinema kulübünün etkinliğinden dolayı geç geleceğinin raporunu verirken duydum.
Lina'ya sordum, o da bu etkinliğe katılacakmış.
Ama benim oraya gitme amacım Marin'i izlemekti, filmi değil.
Merak ediyordum, kimle katılacaktı o etkinliğe? Yalnız mı olacaktı yoksa bir erkek arkadaşı var mıydı?
Leon'dan bana eşlik etmesini istedim ve o etkinliğe beraber gittik. Biz geldiğimizde çoktan ön sıralar kapılmıştı ve Marin de gelmişti. Hatta Lina ile yan yana oturuyorlar, kurabiye yiyorlardı.
"Aa, Lina, onun yanına geçeli-" diyerek ayağa kalktı Leon ama ona engel oldum.
"Mal mısın oğlum, yanında kız kardeşim var. Hemen beni fark eder."
"Ee, ne güzel işte, kardeşini görmek istemiyor musun?"
"Salak. Senin yerine bir kızla gelmeliydim buraya."
"Heeeeeeee." dedi bir anda. Sanırım sonunda anlamıştı, cidden salaktı bu.
"Sen kardeşinden kaçıyorsun. Rahatsız etmesini istemiyorsun seni. Ama sen bana sürekli kardeşinden bahsediyorsun. Ondan kaçacağını hiç düşünmemiştim."
Ah, anlamamıştı. Gerçi, tespiti çok da yanlış değildi ama kaçma sebebim beni rahatsız etmesi değildi.
"Leon, sadece sessiz ol ve filmi izle. Sakın Lina manyağının yanına gideyim deme."
"Tamam, tamam."
Film bittiğinde ise dayanamayıp yanına gittim ve kardeşime selam verdim. Ama karşılığında yalnızca sitem dolu bir azarlama aldım.
Haklıydı. Her zamanki gibi.
Ama ben hâlâ kaçmak istiyordum. Bir yandan seninle eskisi gibi olmayı da istiyordum ama kaçmayı daha çok istiyordum.
Marin oradan ayrıldığında Lina bana ters ters baktı: "Sen tam bir aptalsın! Fark etmedim mi sanıyorsun? Sinemanın başından beri kız kardeşini izliyorsun. Eğer onu bu kadar çok önemsiyorsan, git yüzüne karşı söyle ve bunu ona göster!"
Lina bir şey dememe kalmadan yanımdan hızla geçip gitti.
Leon da bu konuda konuştu: "Gerçekten... ilk başta kardeşinin varlığından rahatsız olduğunu düşünmüştüm ancak bana onun hakkında söylediğin onca olumlu kelimeden sonra kafamda bir şeyler oturmadı. Demek onu gözetlemek için geldik."
Derin bir nefes aldı.
"Çok garipsin kanka. Seni anlamak zor."
Sırtıma vurdu ve o da ayrılmak üzere yürümeye başladı: "Hadi gidelim."
Onu dinledim ve arkasından gittim.
Öte yandan, kafamdaki düşünceler susmuyordu.
"Ben yurtta kalıyorken doğru düzgün arayıp sormadın, eve geri geldim ve tek bir kelime etmedin bana! Şimdi çok önemsiyormuş gibi davranma."
Önemsiyorum. Ama bunu sana yeteri kadar göstermedim, değil mi?
Özür dilerim.
Çok geç kaldım.