Cherreads

Chapter 5 - -5-

Birkaç hafta sonra

Mart ayı gelmişti. Luceat hanım, tüm öğrencilere rektörlükten bir mail yollamıştı. 

Bugün üniversitenin kuruluş günüymüş ve her yıl bunun şerefine büyük bir balo düzenlenirmiş.

Balo, büyük etkinliklerin yapıldığı büyük ve ihtişamlı salonda, yani Işık Odası'nda olacakmış.

Gitmeye hiç niyetim yoktu, ama Luceat hanım zorladı.

"Baloya sen de gelmelisin."

"Bir görevim mi olacak?"

Luceat hanım kahkahayı bastı.

"Hayır, bugün izinlisin. Sana herhangi bir görev vermeyeceğim. Git ve eğlen. Senin için güzel bir şeyler seçtim, öğleden sonra lojmanlara gelebiliyorsan gel, sana teslim edeyim."

"H-hiç gerek yoktu efendim."

"Sen bana abla derken daha rahat ediyorum. Daha önce de söylemiştim."

Sesi nedense hafif üzgün çıkmıştı. Şüphe çekmemek için ona abla diyordum, ama bazen ister istemez ona "efendim" diyebiliyordum.

"Peki Luceat abla."

"Bu gece güzel eğlen. Luis ya da Iris, daha önce bahsettiğin arkadaşlarını da götür. Hatta Daichi de gelebilir."

Garip bir şekilde bana karşı iyiydi.

"Luceat abla, bugün keyifli gibisiniz."

"Belmare'ın rektörüyle görüştüm, insanlar birbirine yavaş yavaş alışmaya başlamışlar. Her iki üniversitede de durum iyi. Bu yüzden mutluyum."

"Sevindim. İnsanlar yavaş yavaş birbirini anlıyor demek ki."

Aramızdaki konuşma böyleydi. Bütün bunları düşünürken lojmandaydım, getirdiği elbiseyle bakışıyordum.

"Huhh... Madem Luceat hanım böyle istiyor, ben de giyerim."

O sırada bir telefon geldi. Daichi'dendi.

Açtığım gibi telefonun öbür ucunda bir fırtına koptu.

"Bu ana kadar hafızamı mı siliyordun? Bana bu kadar mı güvenmiyordun? Patronunun bana savurduğu onca rüşvet ve tehdide ihtiyacım bile yoktu!"

"Ama rüşveti aldın, değil mi?" dedim. Biraz da olsa materyalist bir tarafı olduğunu biliyordum.

"Kim böyle bir fırsatı kaçırırdı ki? Özellikle onca tehditten sonra-"

"Tamam, yeter. Bak ne diyeceğim, akşam balo var, Luceat hanım seni de davet ediyor."

"Luceat senin şu patronun mu?"

"Evet, aynı zamanda üniversitenin rektörü. Neyse, çağırırken bayağı hevesliydi, onun için önemli bir davet belli ki. Gelirsen mutlu olur."

"Peki ya sen? Mutlu olmaz mısın?"

Bunu hiç düşünmemiştim. Hep Luceat adına konuşmuştum, ama Daichi benim çocukluk arkadaşımdı. Daha doğrusu o öyle sanıyordu, benim için sadece geçmişte öyleydi. Şu an kimse arkadaşım değildi.

Yine de Daichi'nin önünde rol yapmak zorunda değildim.

"Niye mutlu olayım? Benim için fark etmez."

"O zaman gelmiyorum." dedi ve telefonu kapattı.

Şok olmuştum. Gerçekten dediğime alınmış mıydı?

Derin bir nefes aldım ve kendimi koltuğa attım.

Haksız da sayılmazdı. O beni arkadaşı olarak görüyordu, bense onu bunca zamandır kullanıyordum.

"Kötü biri olduğumu ben de kabul ediyorum. Ama mecburum. Kimseye bağlanamam. Bir ajan kimseye bağlanmamalı, Daichi." dedim kendi kendime.

Kimseye bağlanmamam gerektiğini kendime sık sık söylerdim ama bu sefer bu sözlerim beni rahatlatmadı.

Elbiseme baktım. Aklıma Luceat ile konuştuklarımız geldi.

"Aşık olmanda bir sakınca yok. Sadece görevine yansımasına izin verme."

"Görevini yap, ama istediğin gibi yaşa."

Luceat bile böyle bir kısıtlama koymuyorken ben niye kendimi kısıtlıyordum. Daha da önemlisi, istediğim şey neydi?

Derin bir nefes aldım.

"Bilmiyorum. İstediğim nedir, bilmiyorum."

Ardından elbisemi alıp yukarı çıktım.

***

Akşam olmuştu. Baloya birkaç saat kalmıştı. 

Makyaj yapıp süslenmiştim. Ayrıca Luceat'in aldığı sarı straplez elbiseyi de giymiştim. Elbisenin göğüs kısmında büyük fırfırlar vardı ve kollarımı bu fırfırların içinden geçirerek giyiyordum elbiseyi.

Aynada kendime baktım. Çok güzeldim ama bir şey eksikti.

"Sanırım küpe ve kolye lazım."

Hemen bir küpe ve kolye seti çıkardım. Görevlerim için süslenmem gerekebiliyordu, bu yüzden çeşitli takılar almıştım. Normalde de takı takardım ama daha çok günlük tarzda olurdu.

"Obsidyen taşlı altın choker ve küpeler... gözlerimle de uyumlular." diyerek baktım takılara, ardından onları taktım.

Son bir kez parfüm sıktım ve parfümü yerine koyarken masanın üstündeki telefonum dikkatimi çekti.

Yeni bir mesaj gelmişti, Daichi'den.

"Baloya geliyorum ama senin için değil."

Nedense zoruma gitti. Bu ana kadar ben de ona aynı şekilde davranıyordum, neden zoruma gitmişti ki?

Bir an aklıma çocukluk anılarımız geldi.

Annem, Daichi'yle beni bir el arabasının içinde taşıyordu.

"Yuppiiii!"

"Biraz daha hızlı, anne!"

Daichi'nin gülüşmeleri ve çığlıkları kulağımda yankılandı. 

Derin bir nefes aldım ve düşüncelere daldım. İlk başta yaşadığını bile bilmiyordum. Daichi de benimle birlikte kaçırılmıştı, ama onun özel gücü yoktu. Yine de bilgisayar konusunda tam bir dahiydi, bu yüzden deney merkezi onu farklı bir şekilde kullanmaya karar vermişti: onu her şeyi hesaplayan yarı robot yapmaya çalıştılar ve beyninde birçok işlem yaptılar.

Beyninde yapılan bunca deneye ölür diye düşünmüştüm ama ben hastaneden kurtulup Luceat hanıma hizmet etmeye başladıktan kısa bir süre sonra yaşadığını öğrendim. Üstelik deney merkezi kısmen başarılı da olmuştu. Beyninin bir kısmı yapay zekadan oluşuyordu ve bunu hacker becerileriyle birleştirerek çok fazla bilgiye ulaşabiliyordu.

Onu amaçlarım doğrultusunda çok kullandım ama şu an...

"Hepsi senin suçun Luis... İçimde bir şeyleri uyandırdığından beri fazla hassaslaştım. Buna izin vermemeliydim." diye söylendim ve telefonu çantama koyup aşağıya indim.

Evet, her şey onun suçuydu. Küstah tavırları ve insan sevgisi benim uzun zamandır görmezden geldiğim duyguları tekrardan uyandırmıştı.

Onunla iletişimi kesmeliydim, hem nasılsa istediğim bilgileri de almıştım.

Ama belki de yeni bilgiler öğrenme fırsatım vardı.

"Arghh, lanet olası hayat!" diye bağırdım koridorda.

O sırada telefonum çaldı. Arayan Iris'ti.

"Iris?"

"Dawn, sen de geliyor musun baloya?"

"Evet, geliyorum. Neden sordun?"

"Ş-şey... Baloya birlikte gidelim mi?"

"Neden?"

"Bilmem, oraya kadar birlikte gitmek eğlenceli olur, diye düşünmüştüm."

Uzun süredir Iris'e mesafe koymaya çalışıyordum ama o kadar sıcak bir kişiliği vardı ki karşı koymayı becerememiştim. Sanırım arkadaş olduğumuzu düşünüyordu.

Sahi… benim arkadaşlık kavramım neydi?

"Tamam. Konum atarım." dedim.

"Ayy, harika! Tamam, geliyorum." dedi ve telefonu kapattı.

Bir süre sonra kapı çaldı. Iris gelmişti.

Kapıyı açtım, Iris şaşkınlıkla beni süzdü.

"Dawn, çok güzel olmuşsun!"

Ama o daha güzeldi. Dalgalı sarı saçlarını salmış, lila rengi bir elbise giymişti. Makyajı da çok hafifti ve yaşına uygundu.

İltifatına nasıl karşılık vereceğimi bilemedim, o yüzden dümdüz aklımdakini söyledim.

"Benden daha güzelsin."

Iris kıkırdadı.

"Ooo, ilk defa senden bir iltifat duyuyorum. Sanırım çok şanslı bir kızım."

"İltifat değildi. Ne görüyorsam onu söyledim."

"Ayy, Dawn! Şımartıyorsun beni."

Şimdi de kendi kendine utanmış, nazlı hareketler yapıyordu. 

İnsan ilişkileri tuhaftı, hiçbir zaman tam uyum sağlayamamıştım. Güzel bir şeyler söylemek ya da buna karşılık vermek de benim için çok zordu ve bu, savaştan sonra olan bir şey de değildi. Yalnızca savaştan sonra iletişim kurmak benim için zorlaştı. Mahalledeki arkadaş grubum benim için çok değerliydi, onlardan sonra kimseye kendimi tam anlamıyla açamadım.

Daichi de mahalledeki arkadaşlarımdan biriydi, ama artık ona da tam anlamıyla kendimi açamıyordum. Öyle ki arkadaşım olarak bile görmemeye başlamıştım.

Ama öyleydi. O benim arkadaşımdı. 

İçim acıdı. Telefon açıp saatlerce ağlamak, onun tek arkadaşım olduğunu ona söylemek istedim. Tüm bu davranışlarımın sebebinin geçmişte yaşadığım acıları unutmakla ve patronum için bilgi aldığımdan soğuk bir kişilik geliştirmemle ilgili olduğunu uzun uzun anlatmak istedim. 

"Dawn, ne oldu? Daldın."

Iris beni düşüncelerimden kurtardı.

"Hiç. Gidelim mi?"

"Olur, balo Işık Odası'nda olacakmış sanırım, değil mi? Ben orasını bilmiyorum."

Benimle bu yüzden mi gelmek istemişti? Yoksa yanında bir arkadaş istediğinden miydi?

"Iris, bu yüzden mi birlikte gitmek istedin? Balo salonunu bilmediğinden mi?"

Iris suçüstü yakalanmışçasına bir surat ifadesi yaptı.

"Şey… yakalandım sanırım."

Tabii ki bu yüzden olacaktı. Yoksa benimle baloya gitmenin nesi eğlenceliydi ki?

"Ama bunu biraz bahane ettim." dedi Iris.

Şaşkınlıkla yüzüne baktım.

"Senin arkadaşlığını seviyorum. Aklındakini olduğu gibi söyleyen birisin, ama bu beni kırmıyor. Dürüst ve delikanlı bir yanın var, senin gibi kızları çok seviyorum. Keşke ben de senin gibi olsaydım, ama konu fikir belirtmek olduğunda çekiniyorum." dedi başka yerlere bakarak. Ardından yüzüme baktı.

"Çok konuştum, pardon. Gitsek iyi olur." 

"T-tamam." dedim ve Iris'i peşime taktım.

Nedense mutluydum, biri beni olduğum gibi kabul etmişti.

More Chapters