Balo salonu kalabalıktı. Davetliler random bir şekilde masalara dağıtılmıştı, yani masalarda herhangi bir gruplama yoktu.
"Dawn Bennett, 17 numaralı masadasınız. Iris Vale, 25 numaralı masadasınız." dedi girişte karşılayan adam.
"Teşekkürler." dedik ve içeri girdik.
"Keşke aynı masada olsaydık." dedi Iris.
"Güzel olurdu." dedim.
"Olsun, sık sık birbirimizin masasına geliriz, olur mu?" dedi Iris.
"Bana fark etmez."
"Tamam, o zaman anlaştık. Ben yerime geçiyorum, birazdan yanına gelirim." dedi Iris sevinçle ve masasına doğru ilerledi. Ben de kendi masamı bulup oturdum.
Masadaki kişileri tanımıyordum, ama onlar birbirlerini tanıyor gibilerdi, kendi aralarında konuşuyorlardı.
Etrafıma bakındım, tam o anda Luis gözüme çarptı. Siyah bir takım elbise giymişti, yakasına da gözleriyle aynı renkte olan yeşil bir broş takmıştı. Saçlarını geriye almış, alnına yalnızca birkaç parça saç düşmüştü.
Gözlerimi ondan alamadım, gerçekten çok yakışıklıydı. Tanıdığı tüm kızlar onun için ölüp bitiyor olmalıydı, buna hiç şaşırmazdım.
Birden o da bakışlarını bana çevirdi. İlk donup kaldı, sonradan gülümseyerek yanıma doğru geldi.
O geceden beri onunla görüşüyordum, garip bir ilişkimiz vardı. Hala onun stalkerı olduğumu düşünüyordu, bense bu durumdan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Belki de artık ondan hoşlanmadığımı söylemeliydim.
"Hey… benden gözlerini alamıyorsun, bakıyorum."
Kulağıma eğildi.
"Bir stalkerdan bekleneceği gibi…"
Anında onu geri ittirdim.
"Öyle değil! Hem bugün seninle konuşmam gereken bir şey var."
Evet, yaklaşık 3 haftadır durum böyleydi. Ben ona aşık bir sapık gibi davranıyordum, o da bununla eğleniyordu. Hoşuna mı gidiyordu, anlamıyordum ki! Ama bugün her şeyi sonlandıracaktım ve yoluma bakacaktım.
Bana meraklı meraklı baktı.
"Ne konuşacağız?"
"Burada olmaz… dışarıda konuşalım."
Gülümsedi ve başını onaylarcasına salladı.
"Peki, konuşalım. Gel."
Böylece dışarı çıktık.
Kimsenin bizi duyamayacağı bir noktaya kadar yürüdük, hava soğuktu ve rüzgar esiyordu.
Paltomu giymeyi unutmuştum. Birden bana paltosunu uzattı: "Giy istersen. Ben üşümem."
Paltosunu ona geri uzattım: "Buna gerek yok. Sen giy. Söyleyeceklerim kısa zaten."
"Dinliyorum."
"Ben… artık senden hoşlanmıyorum. Yani… rahatsın artık. Bir daha seni rahatsız etmeyeceğim. Bu ana kadar sana sıkıntı çıkardığım için özür-"
"Bir dakika, ne?"
Lafımı kesti. Yüzünde şaşkın, biraz da hayal kırıklığına uğramış bir ifade vardı. Ama tam olarak neden böyle bir yüz ifadesi yapıyordu bilmiyorum. Artık benimle eğlenemeyeceği için mi, yoksa başka bir sebepten miydi?
"Duydun işte. Yaptığımın yanlış olduğunun farkına vardım."
"Ben bundan hiçbir zaman rahatsız olmadım." dedi bir anda.
Yüzüne baktım, gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki tüm vücudum ürpermişti.
"T-tamam, ilk başta rahatsız oldum, ama haklıydım. Sonradan bana olan ilgin hoşuma bile gitti. Rahatsız edici değildi."
"Ee, yani? Sonuçta benden hoşlanmıyorsun, o zaman sorun yok."
"Senden hoşlanmadığımı nereden çıkardın?" dedi bir anda sesini yükselterek.
Şaşkınlıkla yüzüne baktım.
"Ne? Yoksa…"
"Garip bir kızsın. Benim hakkımda her şeyi biliyorsun ama ben senin hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum. Gizemli tavırlarının yanı sıra bana olan duyguların… ya da eskiden olan duyguların… ilgimi çektin işte."
"Benim hoşlanılacak neyim var?"
"Söyledim ya!" dedi kıpkırmızı olmuş bir şekilde.
"Bu konuşma saçma bir hal almaya başladı. Ben içeri geçiyorum."
"Bekle, daha konuşmamız bitmedi!" diye arkamdan bağırdı Luis ama ben koşarak içeri girdim. Arkamdan da gelmedi.
Yanaklarım yanıyor, ne olduğunu anlamıyordum.
Biri benden mi hoşlanıyordu? Rüya mıydı bu? Bir çeşit şaka mıydı?
O sırada bunu konuşacak kimsem olmadığını düşündüm. Normalde kimseyle paylaşmak istemezdim ama bu sefer bu duyguyu biriyle paylaşmak istedim. Ne gariptim!
Tuvalete girdim ve kapıyı kilitledim. Bir süre duygularımın yatışmasını, sakinleşmeyi bekledim, ama olmuyordu.
"Off… neler oluyor bana? Son zamanlarda çok saldım kendimi." dedim alçak bir sesle. Biraz daha iyi hissettiğimde tuvaletten çıktım ve karşımda durmakta olan aynaya baktım. Yanaklarım kırmızıydı, ama allıktan değildi.
"Neyse, salona geçeyim en iyisi. Dikkatim dağılır." dedim ve balo salonuna gittim.
Salonun en köşesindeki masada mocktail ikramı vardı, onlardan bir tane aldım. Ardından aklıma Iris geldi, belki de ona da bir tane almalıydım?
Herkesten kendini soyutlayan bir kızken ne zamandan beri başkalarını düşünür olmuştum? Her şey çok garipti, alışılmadıktı.
Bir tane daha mocktail alıp Iris'in masasına gittim.
Iris beni görünce sevindi: "Ah, Dawn! İyi ki geldin. Çok sıkılmıştım."
Ona mocktail uzattım.
"Ah, içmiştim, ama beni düşündüğün için teşekkür ederim." dedi mutlu bir şekilde.
Mocktailını yudumlarken istemsizce gülümsedim. Yalnızca ikram edilen bir içeceği onun masasına getirmiştim, ama çok mutlu gözüküyordu.
Birini mutlu etmek… Luceat hanımın görevlerini yerine getirdiğimde hissettiğimden farklı bir duygu hissetmiştim. Uzun zamandır hissetmediğim, çıkarsız bir duyguydu.
Iris, yanındaki sandalyeyi gösterdi: "Buradaki kişi henüz gelmedi, o gelene kadar otursana."
"Peki." dedim ve yanına oturdum.
Tam o sırada Luis de içeri girmişti. Iris onu görünce sordu:
"Bu arada, siz şu sıralar Luis ile pek bir samimisiniz. Son 3 haftadır hep yan yanaydınız, bir türlü soramadım ama yoksa siz-"
"Ne samimiliği, ne yan yana olması?"
"Bana öyle geldi sanırım, boş ver." deyip kestirip attı Iris.
Rolüme bu kadar kaptırmış mıydım kendimi de Iris bile fark etmişti?
O sırada Luis ona baktığımı fark etti. Yanıma gelmek istedi, ama arkadaşı yanına gelip onu durdurdu ve sohbet etmeye başladılar.
Iris sırıttı: "Belki de bana öyle gelmemiştir."
"Iris, sus!"
"Tamam, sustum."
Birden tanıdık bir ses duydum: "Dawn, seni bulmam zor oldu."
Arkamı döndüm: "Daichi?"
"Ah, sadece bir 'tanıdık' olarak selam vermek istedim." dedi. Ses tonundan hala kızgın olduğu anlaşılıyordu.
Üzgün bir şekilde ona baktım: "Ben…"
"Sorun yok. Anlıyorum seni."
Ama ses tonun öyle söylemiyor, dedim içimden.
Belki de onu bu ana kadar "tanıdık" olarak görmek çok acımasızcaydı. Bana ettiği yardımlar bir kenara, mahallede en samimi olduğum arkadaşım, olmayan erkek kardeşimdi Daichi.
"Size de merhaba." dedi Daichi, Iris'e dönüp.
"Merhaba." dedi Iris, her zamanki arkadaş canlısı tavırlarıyla.
"Benim masam biraz uzak, 43 numaradayım, gelmek isterseniz gelirsiniz." dedi ve bana kırgın bir bakış atarak oradan uzaklaştı.
Iris durumu anlamış gibiydi.
"O çocuk biraz… kızgın gibiydi."
"Bana kızgın."
"Anlatmak istersen dinlerim." dedi.
"Off, Iris! Ben ne yapacağım?" dedim ve birden gözyaşlarına boğuldum.
Bu beklenmedikti. Evde sık sık ağlardım, ama asla kimseye bu yanımı göstermezdim. Şu an, dışarıda bunu yapıyor olmam çok olağan dışıydı.
"Dur, istersen dışarı çıkalım." dedi ve beni yerimden kaldırıp omzumdan tutarak dışarıya çıkardı. Göz ucuyla Luis ve Daichi'nin endişeli bakışlarını gördüm, ama o sırada ağlamaktan umrumda değildi.
Iris beni dışarıya, insanların sigara içtiği balkona çıkardı.
"Burası biraz duman altıymış ama-" dedi Iris ama ben sözünü kestim.
"Sıkıntı yok. Ben de içiyorum."
Çantamdan bir sigara ve çakmak çıkardım ve gözyaşlarımın arasında yakmaya çalıştım. Yakmayı beceremeyince sinirle hem çakmağı hem de sigarayı balkondan aşağıya fırlattım.
"Hii, Dawn, keşke çakmağı atmasaydın!"
"Iris, ben insan ilişkilerinde berbatım!" dedim ağlayarak.
"Ne oldu da böyle düşündün?" dedi Iris, çıkardığı peçeteyle gözyaşlarımı silmeye çalışarak.
"Ben… kendimi insanlardan soyutlamaya çalışıyordum. Anlatamayacağım sebeplerim var, ama… uzun süre kendi çocukluk arkadaşımı bile ittirdim. Bugün yanımıza gelen oydu. Üstelik Luis ile de aramız… garip. Ben hiçbir şeyi beceremiyorum!"
Iris bana sarıldı: "Şşş, öyle düşünme. Hepimizin böyle zamanları oluyor. İnsanlardan kendimizi soyutlamak istediğimiz zamanlarımız… ama dediklerinin hiçbirinin çözülmeyecek meseleler olduğunu sanmıyorum."
Geri çekilmeden sordum: "Sence hallolur mu?"
"Tabii ki."
Iris geri çekildi ve omuzlarımdan tuttu:
"Onlarla konuşmayı dene. Luis kesin dinler, diğer arkadaşını tanımasam da onun da dinleyeceğini düşünüyorum. Diğer türlü, sen elinden geleni yapmış olursun."
Gözyaşlarımı sildim.
"Teşekkür ederim Iris. Sen iyi bir arkadaşsın."
Bu sefer Iris'in gözleri doldu.
"Yiaaaaaaaaa, seni yerimm!"
Birden bana sıkıca sarılıverdi. Boğulacak gibiydim.
Artık gülüyordum: "Tamam, tamam, bırak artık beni."
Ben de inanamıyordum, ama birini arkadaşım olarak kabul etmiştim. Uzun bir zamandan sonra…
***
Iris beni teselli ettikten sonra içeri geçtik. Slow dans seansı başlamıştı.
"Ah… en sevmediğim kısım."
"Neden?" diye sordum Iris'e.
"Genelde kimse beni dansa kaldırmıyor da ondan."
O sırada aklıma Luis ve Daichi geldi.
"Aslında… iki kişi var ama kim bilir neredeler."
"Ayy, Dawn! Aklıma bir fikir geldi. Luis'e dans teklifini sen etsene!"
"NE!?" dedim kızararak.
"Neden bu kadar şaşırdın? Bir kız bir erkeğe dans teklif edemez mi? Aslında, bunu ben de hep karşı taraftan bekliyorum ama belki ben adım atarsam-"
"Hayır, ondan değil, daha çok… neden Luis?"
"Konuşmak istiyordun ya… ya da önce Daichi'ye mi teklif etsen? Ben de Luis'e teklif ederim, sonra partnerleri değişiriz, böylece ikisiyle de dans sırasında konuşmuş olursun."
"Dans süresinin yeteceğinden şüpheliyim."
"Ooo, o iş bende. Orkestraya gidip rica ederim, uzatırlar şarkıları."
"Ah, kendi bildiklerini okurlar onlar. Tamam, ama şimdilik sadece Luis ile konuşacağım. Sürem anca ona yeter. Daichi ile daha sonra uzun bir konuşma yapmam gerekiyor çünkü."
"Anlaştık. Ben de senin şu Daichi denen sinirli arkadaşına dans teklif edeceğim."
"Ah, eminim çok utanacaktır." dedim kıkırdayarak, ama o çoktan gitmişti.
Uzaktan onlara baktım, Iris cesurca dans teklif ederken masadakiler güldü, Daichi ise utanarak kabul etti.
Şimdi ise iş Luis'in masasını aramaktaydı. Tüm masaları gezdim, ama hiçbirinde Luis'i bulamadım.
En son bir ses duydum: "Benimle dans eder misiniz, hanımefendi?"
Arkamı döndüm. Luis yüzünde muzip bir sırıtışla direkt olarak bana bakıyordu.
O bana böyle baktıkça ortamda sadece ikimiz varmışız gibiydi. Yavaşça ona ilerledim, ilerlerken tüm zaman daha da yavaşlasın, onun bakışları daha uzun süre üzerimde olsun istedim.
En son bana uzattığı eli tuttum, o da beni dans pistine sürükledi. Bir süre dans ettik, sessizce birbirimize baktık. En son o konuştu: "Dansımı kabul etmezsin diye düşünmüştüm ama yanılmışım. İyi ki şansımı denemişim."
"Luis… aramız biraz garip biliyorum, ama bunu seni rahat hissettirmek için söyledim. Bu ana kadar yaptığım her şey yanlıştı."
Sırıttı: "Dawn, çok zekisin. Zor durumda kalınca olayı nasıl kıvıracağını biliyorsun."
Şaşırdım, neyi ima etmek istediğini anlamış gibiydim, ama tahminimin yanlış olmasını diledim.
"Ne demeye çalışıyorsun?"
Yüzüme iyice yaklaştı, neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. Ama o direkt kulağıma gidip alçak bir sesle şunları söyledi:
"Stratejide iyisin, ama berbat bir oyuncusun. Başından beri bir stalker olmadığından şüphelendim, haklıymışım. Sen başka bir şeysin, Dawn."