Cherreads

Chapter 20 - -20-

"Hoş geldin Marin. Biraz konuşabilir miyiz?"

Şaşırmıştım, benle ne konuşmak isteyebilirlerdi ki?

"Hoş buldum abi, tabii, konuşuruz."

Çantamı girişe bırakıp yanlarındaki koltuğa oturdum. Martin de Max de düşünceli görünüyordu.

"Abim bizimle konuşmak istiyormuş, seni bekliyorduk. Ama ondan önce söyle, Leni sana bir şey dedi mi?"

Şaşırmıştım. Max; Martin ve benimle ortak konuşmak istiyordu. Uzun zamandır böyle bir şey olmamıştı. 

Ayrıca abim Leni ve beni görmüş müydü? 

"A-abi sen nereden-" 

Martin sözümü kesti.

"Halka geçirme oyunu standında o kız yine olay çıkarıyordu ve sen de hemen yanındaydın, sizi gördüm. O kıza bulaşma, saçma sapan konuşuyor."

Benim için endişelenmişe benziyordu.

"Bulaşmadım zaten."

"İyi. Gayet iyi."

"Artık ben konuşabilir miyim?" dedi Max.

"Konuş abi. Neden topladın bizi? Eve yalnızca duş almaya gelmiştim ve Marin birazdan gelir, bekle dediğinden güzel bir kızla olan randevumu ertelemek zorunda kaldım. Bu senin önemli konuşman buna değse iyi olur."

Max derin bir iç çekti.

"Uzun zamandır sizinle paylaşmak istediğim bir şey vardı. Babamda bir gariplik var ve bunun yalnızca depresyonla ilgili olmadığından eminim. Onda garip belirtiler var, göz renginin bazen kararması gibi. Sebebini henüz bilmiyorum ama gözleri karardığında birkaç kez kustu. Doktora götürmek istesem de inatla reddediyor."

"Bu yeni bir şey değil. Babam hep doktora gitmeyi reddeder." dedi Martin umursamaz bir tavırla.

"Ama bu sefer durum ciddi... Bir şeyler oluyor... Garip bir şeyler. Bu ana kadar kendi kendine yürüyüşlere çıkardı ya da öylece otururdu ama sabaha karşı odasından bir ses geldi. Gidip baktığımda yerde hard diskler vardı. Hem de o kadar çok ki... Sanki bir şeyi arıyordu."

Max anlatınca ben de hatırladım. Bu sabah, gerçekten de bir ses duymuştum ama o kadar uykum vardı ki kalkıp ne olduğuna bakamamıştım.

"Doğru... Gözlerinin kararmasının depresyonla bir ilgisi olamaz. Özel gücüyle ilgili bir şey olabilir mi? Ya da sana öyle gelmiş olabilir mi?" dedi Martin.

"Hayır, eminim. Problem bir depresyondan daha fazlası olabilir. Ayrıca ne yapıp edip o hard disklerin içinde ne olduğunu öğreneceğim."

"Babam nerede bu arada?" diye soruverdim.

"Yürüyüşe çıktı." dedi Max.

"Hard disklere şimdi baksak olmaz mı? Hazır o yokken..." dedi Martin.

Ama Max, kendi başına halletmekte kararlıydı.

"Siz bununla uğraşmayın. Ben halledeceğim ve sizi bilgilendireceğim."

Birden çıkıştım: "Madem kendi başına halledecektin, o zaman bizi burada toplama amacın neydi?"

"Dedim ya, sizi karıştırmadan bu konuda bilgilendireceğim. Ayrıca bu durumu fark edip etmediğinizi merak ettim."

"Çok tuhaf bu." deyiverdi Martin.

Max sordu: "Ne tuhaf?"

"Bizi karşına alıp konuşmayalı uzun zaman olmuştu. Biz ne zamandan beri sorunlarımızı çözmek için bir araya gelen bir aile olduk?"

Martin'in cümleleri bıçak gibi geldi. Haklıydı, ama bunu sorması gereken kişi bendim.

"Sen de aynısını yapmıyor musun, abi? Bunu ne zamandır umursuyorsun?" diye çıkıştım.

Martin şaşırmıştı. Max susuyordu.

"Umursamadığımı mı sanıyorsun?" dedi Martin.

"Umursadığını neden göstermiyorsun o zaman? Neden hâlâ paramparçayız? Belki aramızda bazı buzlar eriyor, ama hâlâ hiçbirinizi affetmediğimi bilin."

"Doğum gününde yanında değil miydim?"

"Yeterli mi sence? Bunca zaman beni bir başıma bıraktınız. Max abim benden bir sürü şey gizliyor, babam tamamen tuhaf bir durumda... Senin ise düşündüğün tek şey kadınlar ve eğlence! Söylesene, sizin için değerim nedir?"

Sesim gittikçe yükseliyordu.

"Sırf doğum günümde yanımda olduğunuz için ve kırk yılda bir toplanıp sorunlarımız hakkında konuştuk diye 1.5 yıllık yalnız zamanlarımı unutmayacağım. Sizle umutsuzca iletişim kurma çabalarımı unutmayacağım. Bu lanet olası savaşın bizi nasıl mahvettiğini biliyorsunuz ve biz daha çok bağlanmalıydık, birbirimizi korumalıydık ama siz..."

İkisi de susuyordu. Bu tepkiyi hep dile getirirdim ancak bu sefer nedense onlarda bir şok etkisi yaratmıştı.

En sonunda Max konuştu.

"Marin... Martin... sizleri seviyorum. Bir gün bütün bunları neden yaptığımı anlayacaksınız. Ama inkar etmiyorum, yöntemim yanlıştı, size daha fazla zaman ayırmalıydım. Sizi ittirmemeliydim."

Martin alçak bir sesle yanıt verdi.

"Artık çok geç abi. Ben alıştım. İnan bana, hiçbir şeyi de anlamayacağım."

Martin koltuğun üstündeki telefonunu alıp ayağa kalktı, kapıya yöneldi ve ekledi:

"Bittiyse gidiyorum."

"Bence de çok geç abi." dedim Martin'e dönüp.

"Leni ile konuşup konuşmamam seni ilgilendirmez. Endişelenmen için artık çok geç."

Martin tam kapının önünde durdu. Sırtı dönük olduğundan yüzündeki ifadeyi göremiyordum ama belli ki şaşırmıştı.

"Başka söyleyecek bir şeyiniz yoksa odama çıkıyorum. İyi geceler Max abi, bilgilendirmen için teşekkürler. Sana da iyi eğlenceler Martin abi."

Merdivenden yukarı çıkıp odama girdim. O kadar öfkeliydim ki öfkem ağlamaya dönüştü.

Belki bir umut arkamdan gelirler diye düşünsem de böyle bir şey olmadı. Bu yalnızca filmlerde olurdu. 

Kimse benim için endişelenmeyecekti.

...

Ertesi gün bahar şenliklerinin ikinci günüydü. Bu şenlik toplam 4 gün sürecekti, bugün de ağırlıklı olarak spor etkinlikleri vardı.

Sabah ilk etkinlik koşu yarışıydı. Görevli adam kuralları anlattı:

"Başlangıç noktasından yolun bittiği noktaya kadar üç kez gidip geleceksiniz. İlk bitiren kazanır. Element kullanmak serbest, rakibi güçlerinizle sabote edebilirsiniz ancak ona zarar vermemek koşuluyla. Yoksa diskalifiye olursunuz. Kazanan kiraz çiçeği parçalı çiçek çikolatalarımızdan bir kutu kazanacaktır. Herkes yerlerine geçsin."

Ben ve Mina katılmamıştık ancak Dora katılmıştı. Biz de onu destekliyorduk. 

"Dora! Dora!"

Dora endişeli görünüyordu ve biz de ona güven vermeye çalışıyorduk.

Mina endişesini dile getirdi: "Elektrik güçlerini kontrol etmekte zorlanıyor, yine de umarım her şey yolunda olur."

"Nedense içimden bir ses bunun üstesinden gelebileceğini söylüyor." diye yanıtladım Mina'yı.

"Hazır, başla!" dedi görevli ve herkes koşmaya başladı.

Birden ikimizin de beklemediği bir şey oldu: Dora, elektrik elementini kendine hız kazandırmak için kullandı ve herkesten önce üç kez gidip gelerek saniyeler içinde yarışmayı birincilikle bitirdi.

"Oha!" dedi Mina şaşkınlıkla. İkimiz de şok olmuştuk. 

"Ve... işte kazanan!"

Dora heyecanla bize doğru koştu: "Kızlar, güçlerimle birine zarar veririm diye çok korkmuştum ama başardım!"

"Ne yaptığını biliyormuşsun. Tahmin etmiştim." dedim.

"Gerçekten Marin, içgüdülerine güvenmeliymişiz." dedi Mina.

Yarışmanın ardından bir ağacın dibine oturduk ve bir yandan sohbet edip bir yandan da Dora'nın kazandığı çikolataları yedik.

"Şekli çok sevimli, pembe ve kiraz çiçeği şeklinde!" dedim.

"Lezzetli de." dedi Dora.

O sırada yanımıza iki kişi geldi. Başımı kaldırdığımda az kalsın şok geçirecektim: Sarp ve yanında beni ağlarken teselli eden çocuk, Can!

"Merhaba, tebrik ederim. Çok iyiydin Dora." dedi Sarp.

"Ah, sen!" dedi bir anda Can.

"Tanışıyor muydunuz?" dedi Sarp aniden.

"Sen, beni teselli eden çocuksun! Siz ikiniz arkadaş mıydınız?" deyiverdim.

Can da şaşkındı ama gülümseyerek yanıtladı: "Hayır, değiliz. Sen Sarp'la tanışıyor muydun?"

"Ee, kim kiminle tanışıyor bilmiyorum ama siz arkadaş değilseniz neden birlikte takılıyorsunuz?" diye sordu Mina ağzında çikolata varken.

Can kıkırdadı. Sarp onun yerine yanıt verdi: "Can benim kardeşim."

"NEEE!?"

Hepimiz şok geçirmiş bir şekilde bunu söylemiştik ama en çok ben bağırmıştım.

"Dünya küçük, Marin. Marin'di değil mi?" dedi Can.

"E-evet. Yalnızca beklemiyordum, büyük bir tesadüf."

"Siz de otursanıza. Yukarı bakmaktan boynum ağrıdı." dedi Mina.

Can ve Sarp da bizim yanımıza oturdular.

"Çikolata ister misiniz?" diye sordu Dora.

Dora çikolata kutusunu uzattı ve Can ve Sarp ile ikisi birer çikolata aldılar.

"Teşekkürler."

Tam o sırada Sarp ile bakışlarımız buluştu ama birbirimize bir şey demedik.

Mina sordu: "Ben sizi tanımıyorum bu arada. Siz kimsiniz?"

"Sarp ben."

"Ben de Can."

"Hımm, memnun oldum. Buralı mısınız yoksa Lichteryalı mı?"

"Lichteryalı olduğumuzu söylersek bizi dışlayacak mısın?" diye sordu Sarp.

Mina tam yanıtlayacakken Can yanıt verdi: "Lichteryalı sayılırız. Sarp doğduğundan beri Lichterya'da ama ben yalnızca birkaç senedir orada yaşıyorum. Aslen Türkiye'deyim."

"Ne fark eder? Sonuçta Lichterya'da yaşamışsın. Ayrıca nereli olduğunuz beni ilgilendirmiyor, yalnızca ülkenize dönün. Burada istenmiyorsunuz." dedi Mina sert bir şekilde.

Dora, Mina'yı dürttü: "Şş, Mina, sus! Tartışma bu konuları."

"Tam olarak neyi? Hepiniz korkaksınız ve fikir bile belirtemiyorsunuz."

Mina bu konu açıldığında gerçekten öfkeleniyordu. Lichteryalılara tahammülü asla yoktu, bunu ilk karşılaşmamızdan beri biliyordum.

"Bu durumda bizim Belmare'dan gönderdiğimiz öğrenciler de geri dönmek zorunda Mina." deyiverdim. 

"Bu bir değişim programı, ayrıca bunu sonrasında kendi aramızda konuşsak daha iyi-"

Can birden lafımı kesti: "Sorun yok, Marin. Mina'nın haklı olduğu yerler olabilir ve ben de savaş boyunca Türkiye'deydim, yani pek etkilenmedim. Ama aklım her gün orada yaşamakta olan annemde ve kardeşimde kaldı. Medya ne kadar gerçeği yansıtır bilmesem de okuduğum kadarıyla iki tarafın da birtakım hataları olmuş ancak bu halka mal edilmemeli. Sarp da en az sizin kadar mağdur oldu. Bu savaş tek taraflı değildi."

Mina öfkeyle çıkıştı: "Madem savaş sırasında yoktun, o zaman fikir belirtmeye hakkın yok. Lichteryalılar yüzünden kardeşim öldü-"

"Eğer bunları konuşacaksak, bombayı ilk atan Belmare'dı. O bombada benim arkadaşlarımı kaybettiğimi biliyor muydun?" diye sözünü kesti Sarp, Mina'nın.

Artık aralarında inkâr edilemez bir gerilim vardı. Olay büyüyordu.

"Başka ülkeyle empati kuracak halim yok. Önce kendi halkımı düşünmeliyim. Lichterya kışkırtmasaydı, Belmare böyle bir şey yapmayacaktı." dedi Mina.

Dora ortamı sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Arkadaşlar lütfen... Bugün bahar şenliği... Savaş hakkında konuşmayalım..."

En son ben de bir şey söyledim: "Dora haklı. Birbirinizi kışkırtmayı bırakın. İkiniz de konuşurken ülkelerden bahsediyorsunuz, kendinizden değil. Milliyetçi duygularınızı anlasam da bu savaşı biz çıkarmadık, öyleyse biz neden tartışıyoruz ki? Hepimiz zarar gördük, biz sadece kurbanız. Mina, Tanrı aşkına anla bunu!"

Herkes sustu. En son Mina konuştu: "Tamam, susuyorum. Düşüncelerim değişmeyecek, ama bugün bahar bayramı."

Sarp ayağa kalktı: "Hadi Can, gidelim. Bize yer yok belli ki." 

Can'ın kafası karışmıştı. İlk ne yapacağını bilemedi, ancak Sarp'a uymakla yetindi.

"Ben... Kusura bakmayın." dedi Can ve Sarp'ın peşinden gitti.

İkisi de uzaklaşınca Mina'ya kızdım: "Mina, sence şu an sırası mıydı?"

"Konuyu kapattım ya, hem haksız mıyım?"

Derin bir iç çektim. O, ne olursa olsun bu konuda çok kızgın olacaktı belli ki.

"Benim Sarp ve Can ile konuşmam lazım, burada bekler misiniz?" dedim.

Mina daha da öfkelendi: "Neyi konuşacaksın?"

"Sadece özür dileyeceğim."

"Sen bir şey yapmadın ki. Yapan benim ve özür dilemeyi düşünmüyorum. Benim yerime kararlar verme."

Bir yandan haklıydı ama bir yandan özellikle de Sarp'ın bana kızmasından korkuyordum. Ama neden kızmasından bu kadar korkuyordum ki?

"Haklısın. Yalnızca Sarp kızgın gözüküyordu, bana kızgın mı onu kontrol etmek istiyorum."

"Niye sana kızsın? Kızdığı kişi bendim. Hem neden bu kadar önemsedin elin Lichteryalısını, aşık mısın yoksa?"

Son söylediği cümleyle bir irkildim. Henüz aşık değildim, olamazdım çünkü daha birbirimizi tanımıyorduk. 

Onun en sevdiği yiyecekleri, hobilerini ya da nasıl bir kişiliği olduğunu bilmiyordum.

Hissettiklerim neydi, bilmiyorum ancak aşk benim için fazla güçlü bir duyguydu.

Yine de... İlgimi çekiyordu. İşte buydu, ilgimi çekiyordu.

Ama ben yalnızca "Bilmiyorum." demekle yetindim ve yerime geri oturdum.

"Haklısın. Senin yerine karar vermemeliyim. Üzgünüm."

Mina omzumu okşadı ve gülümsedi: "Ben de ortamı gereksiz yere gerdim. Özür dilerim. Senin yerine ben konuşurum."

"Ne!?" 

Bunu Dora ile ikimiz aynı anda söylemiştik. Mina, gidip Lichteryalı biriyle mi konuşacaktı?

More Chapters